Birkaç gündür evden çıkamamıştım. Grip deyip geçiyorlar bu insanın gücünü emen, onu eve tutsak eden rahatsızlığa.

     Bugünü dinlenerek geçirecektim. Olamadı. Başkan çağırdı. Gitmemek olmazdı. 

     Kısa bir halk otobüsü yolculuğu... Kimsede maske yoktu. Korkak ben (sakınan göz) maskeliydim.

     Olsun.

     Toplantı yerine en yakın durakta indim. Saatime baktım. Erken geldiğimi fark edince yolumu uzatmaya karar verdim.

     Dümdüz gitmek yerine sağa doğru yürüdüm biraz. Sonra soldaki eski sinema binasının yanından dar sokağa saptım.

     Sokak karanlıktı. Karanlık sokakta kararmış ruhum dalıp gitti arabesk bir ezgiye. Ezgi çöp toplama arabasından, radyodan geliyordu. 

     Eski sinemaya yaslanmış motosiklet hurdası bir araba vardı. Tahta, demir, naylon, her türlü atık yığını,  ilginç bir bineğe dönüştürülmüştü. Bineğin arkasındaki büyük çuvala çöpten ayırdıklarını tepiyordu bir kara çocuk.

     Karanlık sokağın kıpırtısını karşı direğin ışığı yaldızlıyordu bir tek. İşte o ışık gösterdi bana yazıyı.

     Kamyon arkalarına yazılan sözü aracın ön üstüne yazmıştı çöp toplayıcı genç. O karanlıkta, yazı beynime çivi gibi battı:
     FAKİRE ŞÜKRETMEYİ ÖĞRETMİŞLER ZENGİNİN DÜZENİ BOZULMASIN DİYE.

     Toplantı uzun sürdü. Başkan bize pide ısmarladı. Acıkmıştık. Pideleri indirdik midelere.

      Pide şişkinliğinin indiği şu dakikalarda çöp toplayıcı çocuk düştü aklıma. İçimde burgaçlanan sorularla girdim yatağa.

     Acaba o çocuk yatmadan önce ne yedi ki?

     Ben, boşuna, benden adam olmaz, demiyorum.

     Oğlum, herkesi, her şeyi düşünmesene!  Şükretsene yediğine!