Programdaki ikinci trajikomik hikaye, uzun zaman önce katılmış, biraz daha kalırsa kadroya geçmesi kuvvetle muhtemel, asabi görünüşlü, tabiri caizse, sinir küpü bir erkeğe aitti. Tam hatırlamıyorum ama sanırım adamcağızın adı Fikret'ti. Söyleceklerim var diyerek söz istedi sunuculardan. Mikrofonu alır almaz, bir bayan hakkında atıp tutmaya başladı. Fena incindiği anlaşılıyordu sözlerinden. Fakat bir yandan da kuyruğu dik tutmaya, bana bir şey olmaz'ı oynamaya devam ediyordu. Anladığım kadarıyla, hakkında konuştuğu kadın, bizimkini beğenince, stüdyoya davet edilmiş, kalkmış gelmiş o da. Görüşmüşler. Fikret Bey de hoşlanmış kadından, ama artık ne olduysa, sonradan kadın vaz geçmiş. Kötü yaralanmış bizimkisi. Kızım sana söylüyorum gelinim sen duy hesabı, kimse için fazla bir şey ifade etmeyen, yaralı gönlünden kopan ve sitem kokan bir kaç cümle daha kurunca, sunucu üzüldü haline. Bir kaç kelam da o edip biraz moral vermeye çalıştı. Bir müddet sonra, bir başka kadının Fikret Bey için telefona bağlandığı müjdesini verdiler sevinçle. Oturduğu yerden kalktı ve sunucuların yanına geldi. Şimdi burada Fikret Bey'i biraz anlatmak isterim. 60 yaş üstü gözlüklü bir adamdı. Kalın camlarından ileri derecede miyop olduğu belliydi. Hadi onu anladım da, yüzünün yarısını kaplayan ve ağırlığı yüzünden, burnunu ezip geçmiş bu kadar kalın çerçeve tercihine bir anlam veremedim. Camlarla uyumlu olsun istedi zaar. Ağzında bir kaç süt dişinden, kafasındaysa, boş bulduğu yere serpilmiş yatan, bir kaç tel yağlı saçtan başka kayda değer bir şey göze çarpmıyordu. Soluk renkli bir pantalon ve gömlek,  üşümemek için de, nuh nebiden kalma el örgüsü zıptırı bir süveter geçirmişti üstüne. Yüzünde asılı pankartın üzerindeyse, büyük ve kırmızı harflerle "DİKKAT ERKEK VAR" uyarısı. Derken telefona bağlandı o kadın. Telefondaki, yaşlı ama cilveli, cırlak ama yaşam sevinci sesine yansımış bir bayan sesiydi. Kadın, Fikret Bey'i izlediğini, beyefendi halini beğenip tanışmak istediğini söyledi. Bunları duymak, yaralı ruhuna ilaç gibi gelmişti ki, hafiften kabarıp, duruşunu dikleştirdi. "Tamam, tanışalım, ben size kendimi tanıtayım biraz" diyerek kendini, aynen şu cümlelelerle anlatmaya başladı. "Efendim, emekliyim, 1.200 TL maaşım var, kendi evimde oturduğumdan kira derdim yok. İçkim, sigaram da yok, kumar bilmem" Kadın için her şey buraya kadar gayet ideal olmalı ki, araya girerek, "Ay işte ben, sizi izlerken böyle birisi olduğunuzu anlamıştım zaten" dedi. Sözünün kesildiği an, sinirle gözlerini yumup, tahammül için kendini sıkmış olsa da, bu güzel sözleri duydukça  başının üzerindeki yıldırım yüklü kara bulutlar bir bir dağıldı. Bir kaç güzel sözcük daha sarf etti kadın sunucuların sorularını cevaplarken. Bizimkinin keyfi iyice yerine geldi ve ister istemez bir dudağının kenarı yukarı doğru kaykılıp gözünü ittirmeye başladı. Hatta işi şımarıklığa vardırıp, sonraki açıklamalarında iyice cozuttu. Şöyle ki, "Efendime söyliyim, benim hiç bir şeyim yoktur, arkadaşım eşim dostum yoktur, televizyonum radyom da yoktur, izlemem, dinlemem kitap mitap, gazete de okumam, ben böyle  doğal yaşayan bi adamım, evde üçlü kanepeye uzanır, saatlerce tavana bakarım" diyerek bir çuval inciri berbat etti. YUH!... hatta on numara YUH sana, izninizle "ODUN" da demek istiyor ve devam ediyorum. Doğal yaşa da insan gibi yaşa, ot gibi yaşamak da neyin nesi bitkisel hayat?  Üçlü kanepede zıbarıp yatıyor olmayı da marifetmiş gibi anlatmıyor mu?  Allah'ım inanamıyorum. Sunucular da şaşırdı, benim gibi onlar da sinirlendiler homurdanmaya başladılar. Keskin ve köşeli hatları olan tavan manzarasından sıkılmış da beyefendi, yumuşak ve yuvarlak hatları olan bir objeye bakmak istemiş meğer. Piyasada bu özellikte en kaliteli malzeme de kadında olduğundan, üşenmemiş üçlü kanepesinden kalkıp bu pazara ay pardon programa gelmiş. Sen basit bir gülümsemeyi bile beceremeyecek kadar taşlaşmışken, bir kadının sana varlığı ve nefesiyle, hayat arkadaşlığı yapmasını istiyorsun da hangi sıfatla? Köşe yastığı sıfatıyla mı? De get Allah aşkına.

Yalnızlık zor zanaat. Yukardaki sözcükleri biraz da makara olsun diye yazdım. Evet sinirlendim de o kadar da değil. Bu yaşta bu kaskatı ifade gelip yerleşmişse bir kişinin yüzüne, oradan kim bilir hangi güzel ifadeleri göç ettirmiştir. Neler yaşamış, ne vurgunlar yemiştir kim bilir? Umutlarını yüklediği rengarenk uçurtmaların kimbilir kaçı kuru dallara takılıp parçalanmıştır. Bütün bu istediklerini sonuna kadar hak ettiğini düşündürecek, neler vermiştir hayata benliğinden koparıp, kimbilir? Yalnızlığın buz gibi ve dramatik yüzü hep ağlamaklı. Sessiz çığlıklarda hep aynı yakarış "Biri beni kurtarsın, yalnızlık acıtıyor". Hal böyleleyken, benim gibi dar pencerelerden bakıp gördüğü anlık manzaraları eleştirmek, yersiz cümlelerle ahkam kesmek de hariçten gazel okumaktan başka bir şey değil.

Bu da böyle yarı, vur patlasın çal oynasınlı, yarı iç hesaplaşmalı, gelgitli bir yazı oldu. Sevdiklerimizin elele verip oluşturduğu sıcacık, kalabalık bir çemberin merkezinde güle oynaya devam etmek dileğiyle sevgiler... Umarım sıkmamışımdır..