13 yıl boyunca Mekke’de inen ayetlerin mesajları genellikle inanmak yahut inanmamak gibi konuların etrafında yoğunlaşmakta, yüzlerce bilgi verip örnekler göstermektedir. Her ayetin iniş sebebi vardır ve mutlaka bir olayla ilgisi bulunmaktadır. Bu ayet Peygamber’in anlatmaya başladığı ilk yıllarda nazil olmuştur. Amacı, Peygamber’in söylediklerinin Mekkeli kodaman yöneticilerin çıkarlarına ters gelmesi ve bu zengin yöneticilerin mesajı reddedebilmek için birçok oyuna başvurması üzerine başlattıkları karalama, yalanlama, yok sayma gibi oyunları boşa çıkartmaktır. Peygamber’in getirdiği vahye iftiralar atıp buna insan sözleri karıştığını ve bu vahyin içerisine şeytani düşüncelerin de katıldığını, hatta bu sözleri bilinmeyen (cin) başka memleketlerin fikirleri “casusluk” olduğu şeklinde karalamalarla halkın gözünde vahyi küçük düşürüp reddetme politikalarını boşa çıkarmak amaçlanmıştır. Bu süredeki ayet topluluğu işte bu kodamanların iftiralarına bir cevap niteliği taşımaktadır.
75. Artık hayır. Necmleri / her indirilmede gelen ayetlerin yerlerini / zamanlarını; inişi kanıt gösteririm. 76. Ve eğer bilirseniz bu büyük bir kanıt gösterimidir. 77. Hiç kuşkusuz o, şerefli Kur’an’dır. 78. Saklanmış / korunmuş bir kitaptır. 79. Ona zihinsel olarak temizlenmişlerden başkası temas edemez. 80. O, âlemlerin Rabbinden indirilmedir. 81. Peki şimdi siz bu sözü / Ku’an’ı mı küçümsüyorsunuz? (Vakıa 75-80) Geleneğin iddia ettiği gibi ayette namaz abdesti almadan Kuran’a el tutulamaz diye bir ifade geçmemektedir, aksine bu ayette vahye karşı yapılan entrika ve oyunların çürütülüp hakikatin ortaya çıkarılma konusu anlatılmaktadır.
Yani bu ayetlerde Allah, “Biz bu Kuran’ı Hz Muhammed’e vahyederken, (indirirken, bildirirken) hiç bir şeytan, cin ve insan veya kötü niyetli hiç bir varlık araya bir şey giremez. Temiz olmayan ‘kötü düşünceli’ bir zihniyet Allah ile Resulünün arasına girip vahyedilen ayetlere her hangi bir etki edemez.
Bu ayetlerde yapılan oyunlara entrikalara karşı Müslümanın uyanık akıllı davranmalı ve her söylenilene kafa sallayıp inanmamalı” demektedir. Yani Müslüman her ne olursa olsun okumalı, araştırmalı, incelemeli ve sorgulamalıdır. Maalesef bizler Kuran’ın dediği gibi doğruları öğrenmek istemiyoruz aksine doğru bildiğimiz yanlışları Kuran’a onaylatmak istiyoruz. Bu ayetten anlaşıldığı kadar Kuran kimilerinin iddia ettiği gibi namaz abdesti ile değil de beyin abdesti ile tutulmalıdır. Namaz abdesti ile ilgili ayetler, Medine döneminin son yıllarında inen Maide Suresi’nde geçmektedir. “Ey iman edenler namaz kılacağınız zaman, yüzlerinizi, dirseklere kadar ellerinizi yıkayın. Başlarınızı da mesh edin topuklara kadar ayaklarınızı da.” (Maide 6) Bu ayet ise namaz kılacağınız zaman abdest alın denmektedir. Namaz abdestinin bozulması da aynı ayetin devamında belirtilmektedir… Görülüyor ki namaz kılınacağı zaman muhakkak abdest alınması gereklidir.
ÇARPMAZ TUT HOCAM
Yukarıdaki ayetlerde abdestli ya da abdestiz Kuran’a tutulmaz yahut tutmayın, ya da çarpar gibi ifadeler kullanılmamaktadır. Kuran’a abdestsiz tutulmaz çarpar v.s benzeri bilgiler uydurulmuş, gelenek kitapları olan ilmihallerle rivayetler kültüründen gelmektedir ve bu durumun Kuran’a saygı amaçlı olduğu iddia edilmektedir.Tam da bu noktada konuyla ilgili bir anımı anlatmak istiyorum Tanıdığım eski yaşlı bir hocayı ziyarete gittim. Eskilerin bir ifadesi vardır: “Hocanın yanında dilini tutacaksın.” Ancak konuşmalar hep dini konular olduğu için dilimi tutamayıp söze karışmak zorunda kaldım. Hoca bir ayetin yorumunu yaparken kendisine bu ayetin bu manada olmadığını söyledim ama hoca hemen itiraz etti. Tartışma bir hayli hararetli oldu. Ben, “Hocam ne tartışıyoruz, Halep orada ise arşın buradadır.” dedim ve ekledim: “Ve işte Kuran şurada durmaktadır. Al beraber konuyu okuyalım” Ancak Hoca, “Benim abdestim yok, ben Kuran’a tutamam” dedi. Ben de en az beş altı kere “Hocam tut bir şey olmaz” dedikçe o da “Hayır olmaz” diye itiraz etti. Son olarak kendisine, “Hocam tut bir şey olmaz ben yanındayım” deyince gülmeye başladı. Kendisine “Bu bilgiyi nereden okudunuz?” dedim. “Biz yıllarca Kuran kurslarında okuduk, bize abdestsiz Kuran’a dokunmanın büyük günah olduğunu, hatta çarpılacağımızı söylediler. Biz de o günden beri bu şekilde abdestsiz Kuran’a dokunmuyoruz, ve bunu insanlara da böyle söylemekteyiz” dedi ve devam etti: “Hele bizim zamanımızda Kuran adına bir kişinin bir şey söyleyebilmesi için, Arapça bir eğitim alması, hoca ya da alim olması gerekirdi! Kuran’dan herhangi bir şey söylemek çok zordu. Çünkü toplumda hemen ‘Didikkat et günaha girersin, yanlış fetva verirsin, o zaman da dinden çıkarsın. Bu iş çok tehlikelidir” derlerdi. Son olarak da “Ben bu bilgileri klasik ilmihal ve rivayet kaynaklı kitaplardan okudum ve beni fazla sıkıştırma” diyerek konuşmamızı sona erdirdi.
SİZCE HANGİ ABDEST ÖNCE ALINMALI?
Kuran’ı aptesli tutmanın hiç bir mahsuru olamadığı gibi bu durum kişinin kendi bileceği bir durumdur. Ancak “Kuran aptessiz tutulamaz, tutulursa çarpar” demek bir insanlık suçudur. Çünkü Kuran, sadece abdest alıp Kuran okuyanlar için gelmemiştir tüm insanlığın hidayeti için gelmiştir. İnsanların bu şekilde söylemleri insanları Kuran’dan uzaklaştırmaktan başka ne olabilir? Müslüman olan bu gibi tutarsız şeyleri söyleyerek hem Kuran’a hem Müslümanlara, hem de tüm insanlığa zarar getirmez.
Kuran bir mesaj ve bir misyondur. İnsan bu misyonu okuyup ya reddetmeli yahut da anlayıp kabul etmeli, onun dediği gibi yapıp doğru yolu bularak hidayete ermeli, hem bu dünyada ve hem de ahrette huzura kavuşmalıdır. Kuran’ı okumak için beyin abdesti alınmalıdır. Ancak tam tersi yapılarak namaz abdesti ile okumaya başlatılmış ne yazık ki ve bu şekilde uygulamalar sürdürülmüştür. Kuran’ın yüzlerce ayetinde “Akıl etmiyor musunuz, düşünmüyor musunuz” demektedir. Ancak “Namaz abdesti alın” ayeti bir tane geçmektedir. Sizce hangisi önce alınmalıdır? Ne dersiniz?
SANAL ORTAMDAN BİR ÖĞÜTLER
Tanışma ve öz eleştiri
Müslüman’dım; ama annemden babamdan dolayı. Aslında ayıp olmasın diye gidiyordum Cuma namazına. Tek başıma olsaydım oruçta tutmazdım sanırım. Soranlara müslümanım diyecek kadardı bütün imanım! Ben yine o gece dehşetle farkettim, yalandan inandığımı yada inandığımı sandığımı! Ve ne yazıkki odamın duvarında asılı duran o büyük sırrıda ancak o gece fark edebildim…
Yaratıcı kitap yollamışta ben onu neredeyse hiç okumamışım ve adına saygı diyerek hemde beton çivisiyle duvara çakmışım. Şimdi düşünüyorum da ne cesaretmiş bendeki!
Birilerinin hayatın sırrı dediklerini hemde hiç vakit kaybetmeden büyük bir iştahla okumuşum; lakin ‘’bütün sır bunda’’ diyen Peygamber’i ve onun Allah’tan getirdiklerini anlayamam diyerek ıskalamışım! Kimsenin olmadığı bir yolda yürürken önüme bir pinpon topu düşse ne yapardım kimbilir? Oysa karşımda O’nun gönderdiği Kur’an duruyordu ve bu durum beni, önümde yuvarlanan üç kuruşluk pinpon topu kadar heyecanlandırmıyordu. Ne kadar normal olabilirdiki Allah’ın bir yasa göndermesi? Buna şaşırmamam gerçekten çok şaşırtıcıydı.
Kısacası ismim gibiydi imanım; inanacaklarımla birlikte üflenmişti kulağıma adım. Esasında din değil, alışkanlık gibi birşeydi benimki ve 1957 yılında vefat eden hafız dedemden kalma bir mushaf’tı o duvardaki. Bunu itiraf etmeliyim: dedemin hatırasını birilerine gösterirken antika değeriydi ileri ittiğim; ona dokunanlarda benim kafadandı bildiğim. Koklayanlar mesela eski kitap kokusuna bayılırım diyordu, hatta üzerinde bulunan yüz yıllık el yazısı, Rabbin milenyumlarca önce yazdıklarından daha dikkat çekiyordu.
İşte o yalnız gecem yapayalnız olmadan önce ilk defa bir başka göründü gözüme duvardaki mucize! Peki, ya gerçekse ya onu Allah yazmışsa? Bunu ilk defa düşünmüş olmalıydımki kulaklarımın kızardığını fark ettim. Yanabilirdi o an beynim. Eyvah, dedim inceden ve ona yöneldim. Az sonra dokunacağım şey, O’nun kelimelerimiydi şimdi? Heyecanımı anlatmayı gerçekten isterdim; fakat bunu başarabileceğimi sanmıyorum.
En küçük tıkırtıyı bile duyarken seslerin en yücesine sağır kalışım anlaşılır gibi değildi. Parmaklarımın yanacağını zannediyordum ona uzandığımda; çünkü öyle öğretmişlerdi. Olmadı dedikleri, yanmadı elim. İçinden ateş çıkacak, başın yanacak, kıyamet kopacak; aman sen dokunma ona, zaten anlayamazsında! Demişti birileri. Olmadı, oda olmadı. Merakım zorluyordu zirveleri; ama şaşkındım gördüğümde gerçekleri. Bildiğin kitaptı işte; yani kağıdın üzerine mürekkeple yazılmış bir sürü yazı. Öyleyse neden oda diğerleri gibi durmuyordu; elimde, cebimde, kütüphanemde? Yaratıcı onu bir balon olarak göndermeyi bilmiyormuydu yada başka bir şey? Kitap olarak göndermiş işte! Meğer buymuş ilk yanılışım; ben onu hiçbir zaman kitap olarak algılamamışım. En sevdiğin kitap hangisi? diye sorduklarında, onun adını cevaplarım arasına almamışım. Şaka değil; gördüğümde usulca çivisine asmaktan ibaretti onunla aramızdaki iletişim ve üç kere öpüp başıma koymaktı onu sevişim…
O gün bütün bildiklerimi unutma kararıyla aldım çivilerden kurtardığım Kur’an’ı önüme. Nasıl bir heyecanla çalıştığımı sordu yanıma gelenler: aşk mı azim mi ne bu? Dediler. Hiçbiri değildi oysa; bilemediler. Gerçeği söyledim: bunu ölüme borçluyum. Bende tıpkı senin gibi Adem’in oğlu Azrail’in yakın dostuyum.
Ve gece bitti ben başladım; Kur’an hakk’tanmış kendim anladım. (Sanal ortam)