Sorunu baştan ele alalım. KİTleri tasfiye edilmiş bir devlet artık geçmişteki Ulus devlet yapısı gibi değildir
Ulus devletler varlığını; KİTler veya başka kurum-kuruluşlarla, sermaye yoğunluğunu-kontrolünü tam anlamıyla olmasa bile gümrük, vergiler, harçlar vb. araçlarla kendi kontrolünde tutmaya çalışır. Böylesi bir ekonomik yapı sermayenin uluslar arası dolaşımına engeldir.
Uluslar arası sermaye-emperyalist güçler açısından bu engelin ortadan kaldırılması için merkezi idarenin küçülmesi gerekir.
Bu nasıl olacaktır? Sorunun cevabı: Başkanlık sistemi ve yerel yönetimlere yetki ve sorumluluk verilmesiyle. Günümüzde bir takım operasyon adlarıyla gündeme gelen tasfiyelerin asıl nedeni budur. AB ülkelerinin tamamına yakınında ve ABD de yönetim biçimi Başkanlık sistemidir.
Türkiyenin Başkanlık sistemine geçmesi yeni bir gündem maddesi değil ve bu süreç AKP ile başlamadı ve AKP ile devam edecek diye de bir koşul yok.
Tanımlanan bu yönetim biçimleri özellikle 1980 sonrası; Özal, daha hükümet olmadan TÜSİAD içinde ve 12 Eylülcülere danışmanlık yaparken gündeme geldi. Ondan sonra da sık sık gündeme geldi. O nedenle Başkanlık sistemi tanımı bilinmeyen bir şey değil.
Efendim MİT ve bazı kurumlar Başkana bağlanmış. Durun bakalım hele, daha sırada Başbakanlıkın tasfiyesi var. Genelde asıl işi bilip de halkı oyalayanlar İyi ama daha 2019 a iki yıl var Erdoğan şimdiden fiili durum yaratıyor iki yıl önceden başladı. diyorlar. Ne sandıydınız. Tasfiye ve yeni bir devlet yönetim modeli böyledir.
Tarih babanın içinde bunun çok örnekleri var. Hem başkanlık sistemine karşı olacaksın hem de onun kurallarıyla seçim vb. uyum sağlayacaksın. Öyle yağma yok.
Bu durum aynı KİT lerin tasfiye edilmesi meselesine benziyor.
KİT ler tasfiye edilirken ANAP dışındaki tüm partiler özelleştirme, daraltma ve kapatmalara karşı olduğunu her gün basında ve alanlarda halka açıklıyor bu konuda çeşitli kurumların düzenledikleri mitinglerde panellerde ön saflarda yerlerini alıyor ve konuşmalarını yapıyorlardı.
Zonguldaklıların çoğu büyük Madenci Grev ve Yürüyüşünü iyi hatırlar. Grevin sanırın 25 inci günü Süleyman Demirel Zonguldaka gelip maden işçileriyle yürümüş ve TTK halkın malıdır kapatılamaz-satılamaz diye bağırmıştı. Sonra ne oldu? ANAP tan sonra iktidara tek başına veya koalisyon ile gelen tüm partiler tıkır tıkır özelleştirme daraltma ve kapatma programlarını hayata geçirmeye başladılar.
Sosyalist solumuzda özelleştirilen veya kapatılacak olan iş yerlerinde direnişler ve sendikal örgütlenmeler yapacaklarına 10 yıldan fazla zaman KİT ler halkın malıdır satılamaz kapatılamaz sloganına enerjilerini harcadılar. Hatta öyle komik durumlar oldu ki örneğin tasfiye öncesi 10 bin kişi çalışanı olan Beykoz Deri Kundura fabrikasında işten çıkarmalar sonucu kalan 15 işçi sendikaları Deri-İş öncülüğünde fabrikanın önünde toplanıp Deri Kundura halkındır satılamaz kapatılamaz diye bağırıp eyleme devam ettiler.
Be kardeşim on bin kişiden kalmışın on kişi papağan gibi aynı şeyi tekrarlayıp duruyorsun da fabrika çıvarındaki özel sektör ayakkabı atölyelerinde her türlü güvenceden yoksun çalışan çoğu çocuk binlerce işçiyi görmüyorsun. Aynı Zonguldak gibi. GMİS de öyle yaptı dağlarda özel ocaklarda her türlü güvenceden yoksun çalışan çoğu çocuk binlerce maden işçilerini görmezden geldi.
Sosyalist solumuz ve onların kontrolünde olan sendikacıların birçoğu ve emek partileri sonradan işi kavradı ama iş işten çoktan geçmişti. Aynı örgütler-arkadaşlar yapılan tartışmalar sonunda KİT lerin tasfiyesini kabul ettiler amma özelleştirilen bu iş yerlerinde çalışan taşeron işçilerini örgütleme yerine onları görmezlikten geldiler..
Bu görmeyişin nedenini de yayın organlarında ve tartışmalarda sonradan şöyle dile getirdiler; eğer özelleştirilen işyerlerinde çalışan taşeron işçilerin sayısını kabul edersek özelleştirmeyi de kabul etmiş oluruz diye abuk cevaplar verdiler.
Şimdi de aynı benzer durumla karşı karşıyayız, Başkanlık sisteminin fiili olarak ve yavaş yavaş uygulanması karşısında takınılan tavırda böyle.
Sosyalist Sol Başkanlık konusunda net bir görüş daha ortaya koymadı,Başkanlık sisteminin neresine veya neyine karşı olduğu konusunda somut bir şeyler dediği yok.
Sosyalist sol dışında CHP vb. partiler yavaş yavaş hayata geçirilen bu başkanlık sisteminin tümüne mi yoksa bazı maddelerine mi karşılar onlarda somut bir şey demiyor. Herkes karşı olduğu yeri söylesin de kimse kimseyi oyalamasın.
Ben işçi-emekçi cephesi açışından durumu çok vahim görenlerdenim.
Çünkü TİS ler yapılmayacak. Sendikaların adı olacak. Hak arama özgürlüğü olmayacak. Bölgesel ücret politikası tüm çalışanları daha da ekonomik kıskaç içine alacak. Sabah işine gelen bir emekçi hiçbir gerekçe gösterilmeden işinden çıkarılacak vb. işte bunun gibi yüzlerce nedenden ötürü ben başkanlık sistemine; gelecek kuşakların geleceğinin bir veya birkaç kişinin iki dudağı arasında olmasına karşıyım