“Bunu hazmedemeyen Mustafa Özdemir kürsüye yürüdü. Zor tuttular. Bıraksalar, Harun Akın’ı kürsüden savurup atacaktı… Mustafa Özdemir, salon dışına çıkıp Harun Akın’ı bekledi. Koridora çıkan Harun Akın, Mustafa Özdemir’le karşılaştı. “Olur böyle şeyler” diyerek tansiyonu düşürmek istedi. Ama nerede? Mustafa tansiyonu biraz daha yükseltti.”
Bu satırlar Harun Akın’ın avukatına değil, bir gazeteciye ait…
Hem de o salonda olmayan, yaverinin anlattıklarıyla köşe yazan Ali Rıza Tığ’a…
İyi de o salonda yaşanan her şeyin tam tersini, yalanın daniskasını yazan Ali Rıza kendi televizyonunda yayınladığı görüntüleri de mi izlemedi?
İnsanın uğradığı haksızlığı kanıtlamaya çalışmak zorunda kalması ne zor iş…
El insaf be Ali Rıza…
Vicdan namına bir şey taşıyorsan yüreğinde, kendi televizyonunda yayınlanan görüntüleri hele bir izle… Eğer görme bozukluğu yaşamıyorsan, vicdan körlüğü yaşıyorsun demektir…
O satırları neyin karşılığında yazdın bilmiyorum…
Ama o salonda olan herkes, hatta senin yaverin de gördü ki, Harun Akın konuşurken ben hemen kürsünün hatta sahnenin altında diz üstü bilgisayar üzerinden internete haber güncelliyordum. Ve senin iddia ettiğinin tam tersine Harun Akın adımı zikredene kadar sustum. Ve asla hakaret etmedim. Tam tersine hala anlam veremediğim şekilde ihtiyat heyetini üzerime saldı… Olaylar yatışıp yerime geçtiğimde ise oturduğu yerden başını sallayarak, “Seninle görüşeceğiz” diyerek tehdit etmeye devam etti. Ve yine çıkışta ben değil o kapıda bekliyor, önce tartışmaları ayıran insanlara sonra bana sözlü sataşmaya devam etti… Eğer bu anlattıklarımdan şüphesi olan varsa Pusula TV’nin “Mustafa Özdemir-Harun Akın kavgasında 2’nci raund” başlığıyla yayınladığı görüntüleri izleyebilir.
Elbette nasıl biz eleştirebiliyorsak Harun Akın da gazetecileri eleştirecek. Sorun, öylesine gergin bir ortamda Akın’ın adımı zikrederek taraftarlarına beni hedef göstermesiydi…
Yıllardır uzak durduğum Harun Akın’ın harçlık verdiğini söyleyecek kadar kendisini ayağa düşürmesini ise insanları takdirine bırakıyorum…
Ama madem konu açıldı izah edeyim…
DHA Büro Şefliği yaptığım o dönem gazeteciliğimin en hızlı yıllarıydı… Sık sık görüştüğüm Akın, bir seferinde “Mustafa, sen iyi bir gazetecisin. Siyasette de kendini hazırla… Önümüzdeki süreçte seninle çalışmak isterim. Basın danışmanlığımı yapar mısın?” dediğinde ajans yönetiminin bu işe sıcak bakmayacağını bildiğim için önce kabul etmedim… Mesleki etik açısından bir sakınca yoktu ama duyulması halinde işimden olabilirdim. Akın’ın ısrarı üzerine anlaşmamızın aramızda kalması şartıyla teklifini kabul ettim. Danışmanlık maaşı olan 250 TL’yi de o belirledi…
O paranın neredeyse 5-6 katını Doğan Haber Ajansı’ndan kazandığım bir süreçte Akın’ın danışmanlık teklifini kabul etmemin birinci sebebi para değildi. Ancak, Akın bana verdiği sözü tutmuyor, alkol masalarında “Mustafa Özdemir benim maaşlı danışmanım” diyerek beni ve işimi riske atıyordu…
O tarihten sonra Akın’ın ne telefonlarına çıktım, ne de yüz yüze görüştüm…
Sadece aday olduğu son dönemde ortak bir dostumuzun aracılığında bir araya geldik, kendisine bir düşmanlık gütmediğimi, ancak asla siyaseten destek veremeyeceğimi de söyledim…
Çünkü Harun Akın’la yola çıkılmaması gerektiğini yaşayarak öğrenmiştim…
Yani öyle Ali Rıza efendinin “Yazık değil mi Harun Akın’a” yazacağı bir durum yok ortada… Bir insanın kendisine yaptığı kötülüğü hiç kimse yapamaz! Çünkü, Harun Akın, siyaset sahnesinde yola çıktıklarını öğüte öğüte yürüdü…
Ve bugün gelinen nokta ortada…
Herkes çapsız-çupsuz, o ise yüce rabbimin bize politikacı olsun diye gönderdiği bir hediye!
Güç zehirlenmesi bu olsa gerek…
Aman Harun Bey aman… Öyle günlük gazete falan neyine…
Hele ki, Ali Rıza gibi bir gazeteci dostun varken!
Alan razı, veren razı…