Bu toplum, bunca kirliliği, bunca acıyı, bunca yanlışlığı nasıl kaldırıyor anlayamıyorum! Nasıl bir bilinçtir, nasıl bir yanılgı sarmalıdır anlayamıyorum! Basın sektörü nasıl oluyor da kuyruğuna kadar kendini kuma gömebiliyor! Bu ülkenin yer altı ve yerüstü varsıllık kaynaklarından sonra insan kaynaklarının da bu kadar aymazca talan edilmesini anlayamıyorum!
...
Düşünsel kimliğim ve bilincim, insanın olduğu yerde umudun bitmeyeceğini söylüyor bana. Biliyorum ki aklını kullanabilen tek canlı olan insan soyu, geleceğin yaşanılası dünyasını er ya da geç kuracaktır. Ne ki bu durum, bugün yaşadığımız acıları azaltmıyor!
İçinde savaş olan hiçbir tümceyi duymak istemiyorum. İçinde barış olmayan hiçbir tümcenin benim için anlaşılır bir yanı yok! İçinde sömürü olan hiçbir düzen bizim düzenimiz değil!  
 
SUSTURMAK!
Sorulan sorulara yanıt vermezseniz, veremezseniz, muhatabınızın susmasını değil; susturulmasını istersiniz! Karar verirken “yek başınıza” olursanız, ortak aklı “tek başınıza” öldürürsünüz! Sonra da birilerinin sizi alkışlamasını beklersiniz. El hak doğrudur, alkışlayan bulmakta sıkıntınız olmaz ama sizin istediğiniz kişiler sizi asla alkışlamaz! Mahkûmiyetiniz de “yek başına” olur!
“Onu yaptım, bunu yaptım, şöyle iyi, böyle güzel! Falan-filan!”
Yıktığınız gönüller, söylediğiniz ağır sözler, sesini kestiğiniz insanlar, mağdur olan yoksullar... 
...
Susturmak çözüm değil! “Bir susturamadınız şu adamı!” çıkışları “yek başına” dalınan suların kulaçlarıdır! O kulaçlar sizi su yüzünde tutmaz!
İnsan, konuşmak üzere binadır! O binayı yapmazsanız en küçük sarsıntıda yıkılır. Yıkılan bina onarılmaz; enkazı kaldırılır. İkili insan ilişkilerinde kimi onarımlar sonuç verebilir ama toplumsal konularda sonuç vermez!
Keşke çuvaldaki incirler berbat olmasaydı!
 
BAHAR BİR UCUNDAN GİRDİ!
Güzel günler göreceğiz çocuklar!” demişti şair!
Umut bu yönde! Uzun soğuk kışın ardından mart güneşi karşıladı bizi. Her ne kadar soğuk yüzünü tam olarak öteye çevirmediyse de kabalaklar, kardelenler ve papatyalar baş verdi! Erikler çoktan çiçeğe durdu!
Ülkenin içinde bulunduğu durum yazımızı kışa çevirecek kadar kötü! Ölüm, zulüm, talan haberlerini günaşırı almak ruh sağlığımızı sarsıyor olsa da iyi, doğru ve güzelin peşini bırakmamamız gerek!
 
MEZBAHANENİN ÖNÜNDE...
Hava güzel olunca şöyle ırmak kıyısına doğru bir yürüyeyim dedim. Mezbahanın önünden geçerken yedi sekiz tane kamyonetin yan yana dizildiğini gördüm.
Sanırım bugün kesim günü!” dedim.
En sağdaki arabanın yanında, yerde besili bir boğa yatıyordu. Yanına doğru yaklaştım. Keyifle geviş getiriyordu. Gözlerini elma gibi belertip bana baktı. Birkaç dakika geviş getirmeyi bıraktı. Gördü ki bende bir tehlike yok yeniden geviş getirmeye başladı.
Bu arada içeriden sesler geliyordu. Kesim sürüyordu yani. Bizim yatarak geviş getiren besili boğa da sırasını bekliyordu. Hayatından memnundu. İçerine türdeşlerinin başına neler geldiği onu ilgilendirmiyordu. O güneşe karşı yatmış keyifle geviş getiriyordu!
Bu besili boğayla konuşmaya başladım;
Acamuk elması gibi gözlerini belertip niye bakıyorsun? Geviş getirmeyi bırak, kalk ayağa! Yatma, yattıkça sıra sana gelecek! Birazdan yere yatırıp çalacaklar bıçağı!
Öküz bu! Sözden anlar mı? Anlamadı elbet. Gene geviş getirmeyi bırakıp bir süre yüzüme baktı!
Ne bakıyorsun tosunum? Seni bugünler için beslediler. Etinden, derinden, gübrenden, gücünden, her şeyinden yararlanmak için önüne ot döktüler! Makûs talihini yenmek için kılını kıpırdatmadın. Ne bakıyorsun şaşkınlıkla?
O sırada içeriden iki tane tanıdık kasap çıktı!
Ooo! Hocam günaydın! Güneşi görünce atmışsın kendini dışarı!
Kolay gelsin arkadaşlar. Sizin işiniz de zor diyecektim ama Allah’tan şu öküz durumun farkında değil!
İkisi de öküze baktı. Güldüler. Bizimki geviş getirmeyi sürdürüyordu.
Valla bundan en az üç yüz kilo et alamazsam zarar ederim!
Etmezsin, etmezsin! Bunda fazlası var. Kolay gelsin!
Sağ ol hocam. Sana da iyi günler!
Kasaplar bizim öküzü kaldırıp keyfini bozdu. Kaba etine bir çalıyla vurup hareketlendirdiler. Onlar mezbahanın içine girerken ben köprüye doğru yürüdüm!
 
UMARIM HER ŞEY İYİ OLUR!
Geçen haftaki yazımın ana konusu ADD Çaycuma Şubesi Genel Kurulu ve buna ilişkin kaygılarımdı. Yaşanan olaylardan bana yansıyan kadarıyla sıkıntılı bir süreç yaşanacakmış gibi görünüyordu. Birçok insan gibi benim de emeğim olan bir derneğin kimi sarsıntılara gebe olması kaygılandırmıştı beni de. Bu kaygılarımda yanılmadığımı görmek için çok beklememiz gerekmedi. Yönetime seçilen arkadaşların ADD Yönetim Kurulunu oluşturmakta yaşadıkları sıkıntı istifaları ve kırgınlıkları beraberinde getirdi.
Umarım aklıselim galip gelir de olumsuzluklar derinleşmeden dernek eski işlevselliğinde yoluna devam eder. Olası sorunları bertaraf etmenin yolu, kimi olumsuzlukları kaşımaktan değil, ortak paydaları beslemekten geçer. Umarım bu yönde adımlar atılır.
Yeni başkan Ela Mantarlı Kurt ve Yönetim Kurulu üyelerine başarılar dilerim.