Dur hele, dur yahu! Bu ne şiddet, bu ne celal! Eğil de bak bakalım “cop” salladığın insan mı ya da kum çuvalı mı? Bak, bak! Elinde sımsıkı tutup, göğsünde özenle saklamaya çalıştığı bir çaput mu, yoksa ay-yıldızlı al bayrağımız mı? Aman dikkat! Yere düşüp çamur içinde kalmış gözlüğünü kırma! Borcu da yeni bitti gayri… Eğil, iyice bak yüzüne! Yaşı, ellisine dayanmış, yorgunluktan rengi benzi solmuş, yerden kalkmaya çalışan o insanın gözlerine iyi bak! Sana bakan, o hüzünlü, dokunsan ağlamaya hazır bakış niye? Yurdunda, toprağında çocuğu yaşındaki birinden yediği dayak mı canını yaktı, yoksa haksızlıklar karşısında düştüğü çaresizliğin sessizliği mi?

 

“Ayağa kalk öğretmenim !” demeyi çok istiyorsun biliyorum. Ama görev deyip içindeki sese bir türlü kulak veremiyorsun. Bak bak cebinden bir kağıt parçası yere düştü. Maaş bordosu herhalde. Sen de, o da memur. Ne o, gözlerine inanamadın değil mi? Evet, evlat maalesef doğru gördün. Sen daha yeni başladın göreve, ama bak, senden bile maaşı az otuz yıllık öğretmenimin. Niye utanıyorsun ki, senin gelirini düzeltenler, onlara hakkını teslim etmemekte direniyorlar. Onlar utansın! Bu yaşına rağmen, yerlerde süründürülen öğretmenim de, gününü yani “Öğretmenler Gününü” sebep kabul edip, hak için yollara düşmüş, bağırmış, çağırmış… Sen de “görevim” deyip dağıtmışsın onları, sallamışsın copunu, sıkmışsın suyunu, gazını… Yeter artık, şimdi kaldır onu, bak bir kez daha suratına. Belki senin öğretmenindir ya da kızının! Belki de kardeşinin yahut ta komşu teyzenin torununun… Belli olmaz, sen hele iyice bak yüzüne gözüne!

 

Omuz verip kaldır artık yüzü çamura bulanmış “öğretmenini”. Sırtına vurduğun “copu” koy kınına! Yaralı, yorgun ve bir o kadar da onurlu öğretmeninin bedeninin yürüyebilmesi için, senin desteğine ihtiyaç var evlat. Hah öyle işte… O benim öğretmenim ise sen de polisimsin… Unutma sakın! Şimdi “suçluyu” savcının, hakimin karşısına çıkar. Bırak onlar versin, varsa eğer “alın terinin hakkını” istemekten başka suçu… Bakarsın, savcının öğretmeni çıkar, o da önünü ilikleyip öper elini. Hakim, elinde sımsıkı tuttuğu ay-yıldızlı bayrağı görünce insafa gelir serbest bırakabilir. Suçlu onu görmez, sokaklarda bağırtan nedenleri bulur. Asıl suçluyu yargılar, keser cezasını… Kim bilir? Ve kim bilebilir ki?

 

Dinimiz : “Beşikten mezara kadar ilmi öğrenin ve onu öğreten öğretmenleri de baş tacı yapın” der. Ve öğretmene, öğretmenlik mesleğine o kadar çok değer vermiş ki, halkımızda, öğretmenliği din ile ilişkilendirmiş bu mesleğe “peygamber mesleği” demiştir. Öylesine öyle de, niye bu mesleğin kıymetini hala anlamayan ve geçmişte onları yetiştiren, öğreten, eğiten öğretmenlerinin haklarını veremeyen bakanlar, başbakanlar var? Niye?

 

T.B.M.Meclisi yeni kurulmuş. Milletvekillerinin maaşlarının miktarı hakkında M.KemalAtatürk’ün görüşüne başvurulmuş.  “Paşam, vekillerimize hangi maaşı uygun görürsünüz?” diye sormuşlar. ATATÜRK : “ Öğretmen maaşlarını geçmesin!” diye cevap vermiş. Başöğretmen Atatürk’ün, kıymet bildiği öğretmenlik mesleği, sabır ister, merhamet ister, hoşgörü ister, emek ister. Onların yaptığı iş kutsaldır, paha biçilmez. Ve hakkı ödenemez!

 

Bir vesile, öğretmenlerimden, Can Polat Poma’yı, Nimet Ergül’ü ,Hamdi Kütükçü’yü, Hayrettin Şimşek’i, Mualla Karatekeli’yi, Mücahit Oğuz’u, Rıfkı Esengün’ü sevgiyle, Didar Sonat, Durmuş Yıldız’ı, Satılmış Pazar ve Yıldız Karahasan’ı rahmetle anıyorum. Ve tüm öğretmenlerin önünde saygıyla diz çöküp ayaklarının altından öpüyorum. Bir kelime öğrettikleri, topluma yararlı bir birey olarak eğittikleri ve Türkiye Cumhuriyeti ilkelerine sımsıkı bağlı oldukları için…