Öncelikle milletimizin başı sağ olsun. Ankara'da patlatılan bombalar masum 95 (bu sayı daha da artabilir) vatandaşımızın hayatını kaybetmesine sebep olduğu gibi; ayrıca bu bombaların sarsıntısı tüm Türk milletini de derinden yaralamıştır. Umarım bundan sonra böyle bir şey olmaz.
Bu bombaların patlaması, Orta Doğu bataklığının çamurunun ülkemize de sıçraması anlamına gelmektedir. Bu bataklığı kurcalaya kurcalaya nihayet çamurunun üstümüze sıçramasını başardık. Bu başarı Neo Osmanlıcılık hayalleri kuran Başbakan Ahmet Davutoğlu ile Müslüman dünyasının liderliğine soyunan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'a aittir.
Bilindiği gibi, Orta Doğu; tarih boyunca iç kavgalarıyla, mezhep savaşlarıyla, despotluklarıyla, kalleşlikleriyle, suikastlarıyla, terörüyle, bombalarıyla ve nihayet intihar bombacılarıyla tam bir bataklık olmuş lanetli bir coğrafyadır. Özellikle burada yaşayan Araplar, genleri itibarı ile birbirleri ile geçinemeyen ve hep sorun yaratan ve güvenilmez insanlardır. Öyle ki, Peygamberimiz Hz. Muhammed öldükten sonra onun yerine geçen dört halifeden üçünü (bunlardan biri de Peygamberin damadı Hz. Ali'dir); ve ayrıca Peygamberin torunlarını hunharca öldürmüşlerdir. Hatta Peygamber ailesine eziyet etmişler ve mallarını dahi ellerinden almışlardır. Ayrıca, kendilerini yüzyıllarca himaye eden Osmanlıları da (yani Türkleri) en zayıf zamanlarında İngilizlerle bir olup arkadan vurmuşlardır.
İşte Araplara güvenip böyle bir coğrafyaya müdahil olmak büyük bir gaflettir. Belki de buna ''cahil cesareti'' demek daha doğru olur. Hem müdahil olmamızın, yani Suriye'nin iç işlerine karışmamızın gerekçesi de mantıklı değildir. Putin'in de dediği gibi; Mısır'daki ihtilali yerden yere vururken, Suriye'deki ihtilalcilere açıktan destek vermenin mantığı olamaz.
Ayrıca, Suriye'nin iç işlerine karışıp, ''bir hafta sonra Şam'da Emevi Camisi'nde namaz kılacağız'' derken bunun mümkün olamayacağını dünya politikasına biraz vakıf sıradan bir vatandaş bile bilirken; bu kadar hayalciliği ''dış politika'' diye nitelendirmek abesle iştigal etmek demektir. Zira bu lanetli coğrafya tekin değildir. Suriye'nin Rusya için hayati önemini ve burada Ruslar'ın üsleri bulunduğunu, hatta Suriye'nin Lazkiye Limanı'nın aslında bir Rus askeri limanı olduğunu ve Suriye'ye herhangi bir askeri müdahalede karşımızda Ruslar'ı bulacağımızı düşünememek bir gaflettir. Sadece Ruslar olsa iyi. Büyük Orta Doğu projesini yapan Amerika ve Avrupa'nın da bizi oraya yaklaştırmayacaklarını; ve hatta Rusya ile birlikte hareket eden Çin ve İran'ın da karşımıza dikileceklerini hesap edememek dış politikayı hiç bilmemektir. Ayrıca,büyük devletlerin tepişeceği bir alana girmenin arada ezilmek olacağını bilmemiz gerekirdi.
Kısacası dış politikada hezimete uğradığımız aşikardır. Ama daha önemlisi böylece Orta Doğu'daki terör ortamını ülkemize de taşımış olduk. Son örnek cumartesi günkü Ankara katliamıdır.
Fiyasko ile neticelenen dış politikamızın bilançosunu aşağıdaki maddelerle özetleyebiliriz.
--Suudi Arabistan ve Katar'dan başka dostumuz kalmadı. Onlar da Amerika ''tuvalete gitmeyeceksiniz'' dese altlarına yapan Amerika piyonlarıdır. Yani Amerika isterse bir günde bize düşman olurlar. Bizimkiler bu yalnızlığa 'değerli yalnızlık'' gibi saçma bir isim de takmışlar!
-Soframıza iki milyon Suriyeli göçmen ortak oldu. Bunların büyük çoğunluğu niteliksiz ve eğitimsiz olup bazılarının da ne olduğu belli değildir. Yani başımıza büyük bir problem aldık.
-Türkiye güvenli bir ülke statüsünden çıktığı için artık yabancı yatırımcılar gelmediği gibi, buradakilerden bazıları da kaçıyor. Yine bu sebeple gelen turist sayısında önemli düşüşler var.Önemli gelir kaynaklarımızdan biri olan turizm gelirlerimiz dramatik bir şekilde düşmüş durumda.
-PKK'nın Suriye'deki silahlı kolu PYD , İŞID ile savaştığı için başta Amerika ve Rusya olmak üzere diğer devletlerin koruması altıda güçleniyor. Bu da güneyimizde bir Kürt devletinin kurulacağı anlamına gelmektedir.
-Bir haftaya gidecek denen Esad yerini sağlamlaştırdı. Bizimkiler Emevi Camisinde namaz kılacakken şimdi cenaze namazlarına gidiyor.
-Esad zamanında güneyimizde muhatap alabileceğimiz ciddi bir devlet varken artık bu sınırlarımız fiilen yok oldu. Giren çıkan belli olmadığı gibi muhatabımız da yok. Terör örgütleri ile sınır koşusu olduğumuz yetmezmiş gibi bir de bölgeye ağırlığını koyan (zaten bunun için uzun zamandır fırsat kolluyordu) Rusya ile de komşu olduk.
- Rusya'nın uçaklarıyla sınırlarımızı defalarca ihlal etmesi (daha doğrusu tecavüz etmesi) karşısında angajman kurallarını uygulama cesareti gösteremememiz onurumuza dokundu. ''Eyy Putin!'' diye efelenmemizi bekledik ama o ses gelmedi.
Aslında bu örnekler çoğaltılabilir ama bu kadarı bile yeter artar.
Değerli okuyucular, görüldüğü gibi dış politikamız bizi çok kötü noktalara doğru götürüyor. Atatürk'ün çizdiği yola, yani yüzümüzü tekrar doğudan batıya çevirmemiz gerekiyor. Bunun için acilen dış politikada restorasyona ihtiyacımız var. Bunu tek başına bir AKP hükumeti yapamaz. Zira bu konuda tutum ve davranışları belli olduğu gibi dışarıda da tekrar güven kazanamaz. Bu yüzden 1 Kasım seçimlerinde AKP'nin tekrar tek başına iktidara gelmesi hem AKP açısından hem de ülke açısından hayırlı olmaz.
SONUÇ VE ÇARE: MHP'nin HDP ile koalisyon kurmayacağı varsayımına göre; AKP'yi ve ülkeyi bu yanlış dış politikadan kurtaracak proje AKP'nin bir koalisyon ortaklığına girmesidir. Böylece, hiç olmazsa ortağı sayesinde bu çıkmazdan kurtulabilir. Tabii ki ülkemiz de! Bu yüzden AKP'li seçmenin bile, ülkesini ve partisinin iyiliğini düşünüyorsa, seçimlerde bunu değerlendirmesi hatta bizzat kendisi için bile hayırlı olur.