Beddualar ah bir gerçek olsa

 

Geçen haftaki yazımız da dua konusunu anlatırken, kâinat içerisinde değişmez kanun, yasa ve kuralların olduğunu bunun Allah’ın bir sünneti olduğunu ve bu sünnetin hiç değişmeyeceğini vurgulamaya çalışmıştık. Allah’ın enerjisi ile canlı ve cansız tüm hücrelerin içinde, her şeyi kuşatmış, nerede olursak olalım bizimle ve her şey ile beraber ve karşılıklı bir iletişim içerisinde olduğunu da eklemiş,  buna göre de kulun yapmış olduğu duanın ancak bu değişmez yasalara uygun olması durumunda kabul olabileceğini anlatmıştık. Bu yazımız ise duanın tam tersi olan beddua olacaktır.

 

NEDEN BEDDUA EDİLİR?

Farsçada "kötü" anlamına gelen “bed” ile Arapçada "isteme, dileme" gibi anlamlara gelen dua kelimelerinden oluşmuş bir bileşik isimdir. Bu durumda beddua, bir sebepten dolayı herhangi bir kimse hakkında Allah’tan kötü istekte bulunma dır. İnsanın yapılan haksızlığa, hissettiği ezikliğe, zor durumda bırakılmasına, kısacası uğradığı zulüm ve haksızlıklar karşısında güçsüz kaldığı durumlarda, Allah’a yönelip ve kötü duada bulunması da diyebiliriz. Toplum da birçok insanın ağzından beddua duyarız. Bir İslami refleks olarak hemen, “Aman kardeşim beddua etme” telkininde bulunuruz. Bunun sebepleri vardır elbette.

 

Hepimizi üzülerek görüyoruz, ehil olmayan insanlar İslam dinini adeta öcü gibi anlatıyor. İnsanlara sevgiden değil de önce Allah kokusundan söz ediyor örneğin. Dahası, Kuran’ı eline almak, okumak isteyenlere “Abdestin var m?” sorusuyla engel koyuyor. Yetinmiyor, gayet saf bir şekilde “Ayet şunu söylüyor” dediğinız zaman “Sen ne anlarsın ya” diyerek aşağılıyor. Başına bir kaza geldiğinde nedenlerini sorgulamak yerine, “Kaderin böyleymiş, anladın mı” diyerek içinde aşağılama da bulunan sözcüklerle geçiştiriyor. Durmuyor, herhangi bir ruhi problem yaşadığınız da “Cincilere git, cinlendin” gibi akıl dışı öneriler veriyor. Arkasından bir sürü hurafeyi sıralıyor: Bir nedenle namazı kılmıyorsan “cehennemliksin” onlara göre. Saçının bir teli görünse, yandın, saçının her teli kadar yılanlar asılır boynuna. Hele ki bilimden hiç söz etmeyin, onlara göre Kuran her şeye yeter. Velhasıl İslam adına insanların kafasında bir sürü hurafe, bidat ile korku oluşturmak için her şey yapılıyor.

 

İyi niyetle böyle davrananların cehaletine verip geçiyorsun da işin başka boyutu var. İnsanların bu korkularını fırsat bilen bazı simsarlar, bu safsataları tekellerine alarak tezgâhlarında pazarlıyor. Toplumdaki pek çok çaresiz insan da hastalıklarına şifa, dertlerine deva bulmak içinde bu tezgâhlardan geçmek zorunda kalıyor. Ancak bu uyanık tezgâhtarlar bırakın, insanlara şifa ve dertlerine deva bulmayı, safsatalarla (aslı olmayan, uyduruk şeyler) kandırdıkları çaresizlerin paralarını ceplerine indirdikleri gibi, muzdarip oldukları sorunları daha da büyütüyor.

 

YA BEDDUALAR GERÇEK OLURSA?

Yukarıda anlattıklarımız nasıl bir aldatmanın ürünüyse, aldatmanın bir başka boyutu olan bedduayla ilgili yanlış bilinen bir gerçeği doğrulamak isterim. Kesin olan şu ki, ne tarihte ne de yaşadığımız şu günlerde beddua yüzünden topluluklardan, şehirlerden vazgeçtik, bir insan tekinin bile zarar gördüğü ne duyulmuş ne de görülmüştür. Ne olursa, tümüyle evrenin kendi ve yasa ve kuraları doğrultusunda olmaktadır. Yani her şey Allah’ın koymuş sünneti doğrultusunda olmaktadır. Atmasyonlar ve aslı astarı olmayan uyduruk hikâyeler hariç elbette. Şayet beddualar hemen kabul edilmiş olsaydı pek çok şeyi çözmek ne kadar kolay olurdu? Tüm Müslümanlar hiç vakit kaybetmeden Ortadoğu’da yarım asırdır zulüm yapan ABD ve İsrail’e beddua eder, anında bu belalardan kurtulurduk.“Allah’ım Ortadoğu’da ABD emperyalistlerinin önlerini kes, gemilerinin içini ateşle doldur ve denizin dibine batır, uçaklarını yere düşür ve askerlerinin başına da taşlar yağdır da belalarını bulup defolup gitsinler” derdik. Peki, Allah bu bedduamızı kabul eder mi?

 

Başka örnekler vererek daha açık anlatmaya çalışalım. Olmayacak bir şey ama menfaatler öyle istedi de oldu farz edelim. Tüm evliyalar, enbiyalar ve veliler bir araya gelse, değil bir devlete bir kişiye beddua etse, emin olun ki, bedduanın içerisindeki eylemler doğanın yasallıklarına aykırıysa, yerine gelmesi için bir eylem yapılmıyorsa kesinlikle kabul olmayacak ve o kişinin kılına dahi zarar verilemeyecektir.  Çükü Allah kimsenin kulu olmadığı gibi, kimsenin de ağzına bakmaz ve kimseye de torpil yapmaz. O sadece sünneti doğrultusunda hareket eder. Dualarımızın nasıl içerisinde eylemler bulunmak zorundaysa, bu zorunluluk beddualarımız için de geçerlidir. Nasıl eylemleri uygulandığında dualarımız kabul oluyorsa, beddualarımızın kabulü için de eylem şarttır.

 

Şayet dua ve bedduaların için gereken eylemler yapılmazsa kabul olmaz ve sadece istek, söz ve temenni de bulunulmuş olunur.  Çünkü âlim olan Allah, ilmiyle evreni ve içerisindeki tüm yasaları belirlemiştir. Yani evrende ilimsiz hiçbir şey olamaz. Her şeye ancak ilimle yaklaşıp gereğini yerine getirirseniz Allah’ın sünnetine uymuş olursunuz. Avrupa’nın ortaçağı, aydınlık bir çağa dönüştürmesinin en önemli nedeni din ilmiyle, pozitif ilmin birbirinden ayırması olmuştur. Müslümanlar da 1600 yıllarından sonra dinle pozitif ilimleri birbirinden ayırmış ancak tam tersi bir yönelimle ilimden uzaklaşıp dini ilimlere ağırlık vererek bu çağı karanlık bir hale getirmiştir.  Yani Avrupa’nın orta çağda düştüğü belaya şimdi biz Müslümanlar düşmekteyiz.

 

Herhalde şu örnek daha açıklayıcı olacak. Müslümanlar bugün Ortadoğu’da birbirlerine sözle beddua etmiyor. Beddualarını eylemlerini gerçekleştiriyor, birbirlerinin başlarına ateşler yağdırarak belalara uğruyor. Yani kâinatın kanun, yasa ve kuralarına göre hareket edip, beddualarını eylemleştirerek gerçekleştiriyor. Sözün kısası tersinden de olsa Allah’ın sünnetine uyarak belalara düşüyor. Ülkemizde ise bedduaların eylemleri uygulanamıyor sözde bırakılıyor yalnızca. Birbirlerine yapmak istediklerini yapamadıkları için sadece sözle yetiniyor. Mesela Suriye’de olsak sözle değil, eylemle beddua edeceğiz. Bana sorarsanız, Müslümanlar bu belalara çıkar ve makam için düşmektedirler yoksa neyi taksim edemiyoruz.  “De ki, 'Ben görevime karşılık sizden herhangi bir ücret istemiyorum. Sadece, Rabbine ulaşacak yolu arayanlar olmanızı istiyorum.” (Furkan 57)

 

BU DURMDATEBBET SURESINI NASIL ANLAŞILIR?

Peygamberin tebliğe başladığı ilk yıllarda Ebu Leheb bu tebliğe şiddetle karşı çıkmıştı. Peygamberin amcası olan Ebu Lehep mal ve mülk düşkünü, zengin bir kişidir ve ölene kadar da peygambere muhalefette bulunmuş, bu yolda birçok malını da feda etmişti. Bu kötülükleri yaparken hanımı da beraberinde bulunmaktaydı. Hem peygamberin öz amcası, hem de yakın komşusu olan bu kişinin, durumunu, yaşamını ve sonunun nasıl olacağını Kuran’ın mucizevi ifadesi ile haber vermektedir.

Bu ayette “Ebû Leheb’in iki eli kurusun” şeklinde yanlış bir mana verilmiştir. Çünkü bu cümle bir haber cümlesi durumundadır. Yani burada Ebu Leheb’in durumundan, yaşamından ve ölümünden o gün haber verilmektedir.  Yani “Ebû Leheb’in iki gücü yok oldu.” denilerek malından, gücünden bir eser kalmayacağının ve yok olup gideceğinin haberi verilmektedir. Bu ayete, Allah’ın gücü kalmadığı için Ebu Leheb’e bir şey yapamıyor da ancak beddua ediyor anlamı vermek hiç akıl karı olur mu? Hem Allah bir kuluna beddua eder mi?  Tebbet suresinin doğru meali şöyledir:  1- Ebû Leheb’in iki gücü yok oldu. 2- Kendisi de yok oldu. Malı ve kazandığı şeyler kendisine yarar sağlamadı” (Hakkı Yılmaz) Görüldüğü Allah burada beddua etmiyor kulunun acınası durumunu haber veriyor.

PEYGAMBERİN BEDDUA ETMEMESİ

Peygamberimizin bazı rivayetlerde beddua etmediği bazı rivayetlerdeyse kâfirlere ettiği anlatılmaktadır. Peygamber bir bedduanın Allah’ın koymuş olduğu kanun yasa ve kurallara yani sünnete ters olduğunu, sünnetine uymayan boş ifadeyi istemenin Allah’a karşı bir saygısızlık ve hayâsızlık olduğunu bilmiyor muydu sanılıyor?  Bu nedenle de Peygamber ömrü boyunca bu gibi boş eylemsiz sözleri hiç kullanmamıştır. “Size ne belâ isabet etmişse, elleriniz ile yaptıklarınızın sonucudur! (Allâh) birçoğunu da affediyor.” (Şura-30)