Ne zamandır, boş vermişliğin dayanılmaz çekim kuvvetinin etkisi altındasınız. Kaç yıldır,  yataktan kalkarken, boş vermişliğe uyanıyorsunuz sabahları. Sizi ürkütmek istemiyorum ama bu haftaki konumuz  korkutucu bir ciddiyet taşıyor. İçimizde büyüttüğümüz, yaşamamızın vazgeçilmezi kendimizi hapsettiğimiz “atalet duygusu.” Sözcük anlamı en basit şekliyle “tembellik” olan ataleti bu kadar basit ifade ederken,  yaşantımızdaki etkisinin gücünden  bahsetmek istiyorum size. Tanımı biraz daha irdelersek insanın olağanüstü sınırsız yapabilme gücüne rağmen, ne kadar  az şey yapabildiğinin, başarabildiğinin sebebidir atalet duygusu.

 

Yapmamız gereken bir şey  var. Bunu yapmamız gerektiğini biliyoruz.  Niçin yapmamız gerektiğinin farkındayız. İstediğimiz takdirde nasıl yapabileceğimizi de biliyoruz. Yapmamakla neler kaybedebileceğimizin,  yaptığımız takdirde neler kazanacağımızın farkındayız. Ama yapamıyoruz.  İlk adımı bir türlü atamıyoruz. Neden? Bizi durduran şey ne?  Neyi bekliyoruz? Günlük hayatımızın alıştığımız o rutin döngüsü içinden çıkmak  ne kadar zor gelir bize. Durmadan konuşuruz, hep anlatırız. İstediklerimizden, yapacaklarımızdan bahsederiz.  İçinde bulunduğumuz o “hiçbir şey yapmama  durumu”nu haklı çıkaracak bir sürü bahanemiz vardır. Sığındığımız bahanelerimiz, evet haklıyız da. Bir şey yapmaya gerek var mı?   Boş ver, ataletin tatlı uyuşukluğuna devam.İşte bu nokta da başarıyı elde etmiş ile başarısız insanlar arasındaki fark gözler önüne seriliyor.

 

SEÇİM SİZİN!

Bir şeyi yapmaktan bahsetmeye konuşmaya devam mı; konuş konuş konuş, yoksa yapmaya başlamak, o ilk adımı atmak mı? Siz kazanan mı kaybeden mi olmak istiyorsunuz?  Hangisi sizsiniz?

 

KAZANAN

Her zaman  bir programı vardır.

KAYBEDEN

Her zaman bir bahanesi vardır

 

 

KAZANAN

Her zaman  çözümün bir parçasıdır.

KAYBEDEN

Her zaman problemin bir parçasıdır.

 

 

KAZANAN

Her sorunda bir çözüm bulur.

KAYBEDEN

Her çözümde bir sorun bulur.

 

 

KAZANAN

Konuşmak yerine yapar.

KAYBEDEN

Yapmak yerine konuşur.

 

 

KAZANAN

Ağlamak yerine çalışır.

KAYBEDEN

Çalışmak yerine ağlar.

 

2006 yılında Çanakkale hapishanesindeki 30 yaşlarında bir kadından bahsetmek istiyorum size. Gerçek bir yaşam hikâyesi. Üniversite sınavına girip kendisine bir gelecek planlamak ne kadar gerçekleştirilebilecek bir amaç olabilir? Yıllar önce sınava girmiş ve kazanamamış, şimdi hapishane şartlarında, bu imkânsızlıklar içinde sınava hazırlanmak. Kazanamaması çok normal. Eğitmen yok, yeterli  kaynak yok, motivasyon sıfır, çevresindekilerin olumsuz etkisi. Bahane çok. Peki ya sonuç. İlk  bin  arasında başarı. 

 

Hayatta başarılı mı olmak istiyorsunuz, elde etmek istediğiniz şeyler var, bir türlü ulaşmadığınız. Bunlar sizin avucunuzun içinde, siz parmaklarınızı açmayı tercih etmiyorsunuz. Tek engel sizsiniz. Sizin bakış açınız.

UNUTMAYIN  o ilk adım sizin tercihiniz. Konuşmaya devam mı, yapmaya başlamak mı,  kararınızı verin. Bu hayat sizin, onu inşa edecek olan da, harabeye çevirecek olan da sizsiniz. Hayatınız sizin elinizde. Bunun içinde hayatınızı yönetmeyi öğrenmelisiniz. 

Hayatınızı yönetebilmek için davranışlarınıza hakim olabilmeyi,

Davranışlarınıza hakim olabilmek için duygularınızı yönetmeyi,

Duygularınıza hakim olabilmek için düşüncelerinizi yönetmeyi

Tüm bunları başarabilmek için de beyninizin nasıl çalıştığını öğrenmelisiniz.

 

"Tanrı bize iki yuvarlak organ verdi: Biri oturmak, diğeri düşünmek için. Başarımız hangisini daha çok kullanacağımıza bağlı."
Ann Landers