Toplumda bazı bireylerin, yaptıkları tek bir "omurgalı" davranışı bir ömür boyu övünecek bir değer gibi anlatıp buna tutunduğunu görürüz. Bazen bir cesaret örneği, bazen bir doğruyu savunma anı, bazen de bir erdem gibi görünen bu hareket, kişinin itibarını inşa etmesinin temel taşı haline gelir. Ancak bu, her zaman samimi midir?
Bu tutunma hali, yalnızca bireysel hayatlarda değil, din ve siyaset gibi geniş kitleleri etkileyen alanlarda da sıkça karşımıza çıkar. Bir siyasetçi, yıllar önce yaptığı bir doğruyu sürekli tekrar ederek, o hareketin gölgesinde kendine bir kariyer inşa edebilir. Veya bir kişi, dini bir prensibi bir kez savunmuş ya da uygulamış olmanın getirdiği övgüyü hayatı boyunca taşır. Ancak ne siyaset, ne din, ne de bireysel hayat tek bir doğru davranış üzerine kurulu değildir; asıl mesele sürekliliktir.
Dinin ve siyasetin, bu tutunma davranışında ayrıcalıklı bir yeri vardır çünkü her ikisi de geniş kitlelere hitap eder ve bu nedenle kolayca bir itibar arenasına dönüşebilir. Ancak bu alanlarda da asıl ihtiyaç, gösterişten uzak, değerleri içselleştiren ve sürekli uygulayan insanlara olan gerekliliktir.
Bu durum, bireylerin kendilerini toplum içinde bir kimlik ve itibar inşa etme çabasının bir parçası olabilir. İnsanlar genellikle toplum tarafından saygı duyulan ya da hayranlık uyandıran bir davranışı öne çıkararak, o davranışın yarattığı algı üzerinden bir statü kazanmayı hedefler.
Sonuç olarak, omurgalılık yalnızca bir övgü konusu değil, bir yaşam biçimi olmalıdır. Eğer bu anlayışı yerleştiremezsek, toplum olarak sahte omurgaların gölgesinde kalmaya mahkûm oluruz.