Bin yıl önce, İran sultanı, patlıcan için kararını bildirdi; “Ne kadar lezzetli!
Daha önce hiç patlıcan tatmamıştı ve patlıcanı yuvarlak dilimler halinde, zencefil ve Nil Nehri kıyılarından toplanan otlarla çeşnilenmiş olarak yiyordu.
O zaman, ‘sarayın şairi’ patlıcanı göklere çıkardı;  bu patlıcan dediğimiz sebze ağızda zevk verir, yatakta mucizeler yaratırdı, çünkü aşk zaferleri için kaplan dişi tozundan ve rendelenmiş gergedan boynuzundan daha etkiliydi.
Birkaç lokma sonra sultan; “Ne iğrenç bu be!” dedi. Beğenmemişti!
O zaman, ‘saray şairi’ aşağılık patlıcanlara lanet yağdırdı! İnsanın midesine cezaydı, kafayı kötü düşüncelerle doldurur, erdemli insanları esrikliğin ve deliliğin uçurumuna sürüklerdi...
Az önce patlıcanı cennete götüren de sendin, şimdi cehenneme gönderen de!” dedi ‘saray şairi’nin bir arkadaşı.
O zamanın kitle iletişim araçları peygamberi olan şair, arsızca gülerek yanıtladı; “Ben sultan erkânındanım, patlıcan erkânından değil!
 
BUGÜN
Eduardo Galeano’nun Zamanın Ağızları adlı kitabından kısaltıp düzenleyerek aldığım üstteki değiniyi okuduğumda içim burkuldu. Umudum azaldı, insana ilişkin hevesim kırıldı!
Bugünün erk sahipleri ve onların çevresine çöreklenen ‘saray şairi’ şaklabanları düşündükçe patlıcanın bir turnusol kâğıdı görevi gördüğünü görüyoruz! Ne yazık ki bozulma ve bozunma toplumsal yaşamın en aşağısından en yukarısına kadar her yerinde egemen!
 
ÇALINMIŞ BELLEK
1921 yılında Patagonyalı tarım işçileri grev yaptı. Çiftlik sahipleri Britanya büyükelçisini aradılar.
Ordu, mavzer atışlarıyla grevi bitirdi, grevcileri de tabii. Tarım işçileri çiftliklerde açılan ortak çukurlara atıldı.
Yüzbaşı Pedro Vinas Ibarra operasyonları çiftliklerin birinden yönetti.
Yarım yüzyıl sonra yüzbaşı artık emekli bir albayken, Arjantinli ünlü devrimci ve yazar Osvaldo Bayer onunla bir görüşme yaptı. Resmi tarihi dinledi; “Ah evet!” dedi komutan, “Anita çiftliği, o çatışma...
Bayer, o çatışmadan geriye neden altı yüz ölü tarım işçisi kaldığını ama bir tane bile ölü asker kalmadığını, yaralı ya da canı azıcık yanan tek bir asker bile kalmadığını ve bunun nasıl olduğunu bilmek istiyordu.
Düzenin silahlı kuvveti eli kanlı Ibarra açıkladı; “Rüzgâr! Biz rüzgârın tarafındaydık. Bu yüzden bizim kurşunlarımız yön değiştirmiyordu. Onların kurşunlarıysa rüzgâra karşı kayboluyordu!
 
RÜZGÂRA KARŞI OLMAK!
Üstteki alıntı da Eduardo Galenao’dan! Bugün, iyi, doğru ve güzelden yana yönünü belirleyen devrimci, yurtsever, aydın ve ilerici insanların konumu ancak “Rüzgâra karşı olmak!”la açıklanabilir!
Siz şimdinin egemen çürümüşlüğüne bakmayın! Hele bir rüzgâr ters esmeye başlasın! Siz o zaman görün o ‘saray şairi’ yağdanlıklarını ve yandaşlarını! Güç odağı değişince bu rüzgârgülleri de dönecektir!
İşte o zaman dinsel ritüeldeki ‘herc-ü merc’i göreceğiz! Üretim-tüketim ilişkilerinin tepetaklak olduğu bu korona günleri sonrasında yeniden yapılanma dünyayı bir ağ gibi saracaktır! Bilin ki güneş dünyamızı hem ısıtıp hem aydınlatmanın yanında biraz da yakacaktır!
Ha! Bu arada, Arjantinli devrimci yazar Osvaldo Bayer’in kim olduğunu, neler yaptığını internetten araştırmanızı öneririm. İnanın yararlı olacaktır!
 
ÖNCÜ
Yük arabalarını ve makineleri hareket ettiren tekerleği kimin icat ettiği bilinmiyor. Buna karşılık ekonomiyi harekete geçiren çarkları kimin bulduğu biliniyor; İsa’dan önce 115 yılında doğan Marco Licinio Craso!
O, pazarın canlılığının mal ve hizmetlerin arzı ve talebi arasındaki karşılıklı itkiye bağlı olduğunu fark etti.
Bu ekonomik döngü kuralını pratiğe dökmek için Roma’da bir şirket kurdu.
İlk özel itfaiye şirketi böyle doğdu ve çok başarılı oldu!
Don Marco Licinio önce yangınların çıkmasına yardımcı oluyor, sonra da onları söndürmek için para alıyordu.
 
KAPİTALİZMİN TİCARET DEDİĞİ!
Galeano’dan yaptığım bu son alıntıyı okurken reklâmlar geldi aklıma!
Özellikle 70’li ve 80’li yıllarda TV’nin toplum üzerinde daha etkin olmasıyla, öyle ilginç yöntemler uygulandı ki hiç ihtiyaç olmayan bir ürünü önce ihtiyaca dönüştürüp sonra tüketiciye kakaladılar! Mercimek yedik bolca! Öve öve bitiremediler mercimeği! Meğer üretim fazlası varmış!
Bugünün ilaç kartelleri, sebze, meyve ve tahıl tohumu kartelleri, ayaküstü atıştırma yemek kartelleri... Hepsi Don Marco Licinio’nun yöntemini uyguluyor.
Bizim uyanık inşaat sektörü, önce ormanı yakar, sonra oraya villa yapıp alıcısına satar! Adına devlet dediğimiz egemenlerin aygıtı da bakar! Ne bakması; pay alır!
Kendi adıma söylersem, altmış yıl değil, yüz altmış yıl da yaşasam bu düzene alışamayacağım!
 
VEYSEL ÇALIŞKAN
TCDD Çaycuma İstasyonu Gar Şefi Veysel Çalışkan, Çaycuma’nın ve TCDD camiasının başarılı ve soyadı gibi çalışkan bir üyesidir. Otuz iki (32) yıllık devlet memurudur.
Bilenler bilir, TCDD sisteminde takdirname almak öyle kolay bir iş değilken, Çalışkan’a bu belge iki kez verilmiştir!
Hiçbir soruşturma geçirmemiş olması ve ceza almamış olmasına karşın, keyfi bir kararla Sivas Demirdağ Gar Şefliğine ataması yani sürgünü yapılmıştır. Öyle ki yirmi dört saat bile beklemeden de ilişiği kesilmiştir!
Elbette ki bu uygulama, keyfi, hasmane, haksız ve hukuksuzdur!
Bu “sürgün”, olayın bir boyutu! Diğer boyutuysa bu iktidarın ne kadar yasa ve yönetmeliklerden uzak, insancıllıktan yoksun olduğudur.
Veysel Çalışkan’ın eşi yaklaşık üç yıldır yatağa mahkûm hasta. Yani engelli! 657 Sayılı Yasa gereği, böylesi durumlarda, ilgili memurun bakmakla yükümlü olduğu kişiler ve kendisinin sağlık durumuna göre bir uygulama yapılması gerekirken, Çalışkan’ın dosyasına bile bakılmadan böylesi bir hukuksuzluğu uygulamalarını anlatacak, açıklayacak bir gerekçe yok!
Kaldı ki Veysel Bey, önümüzdeki yılın ilk aylarında emekliliğini istemeye hazırlanıyordu.
Şimdi, bu kararı veren, o karar yazısını yazan, o hukuksuz kararı uygulayarak ilişiğini kesen, bu hukuksuzlukta sorumluluğu olanlara sesleniyorum; gün gelecek, devran dönecek, bugün görmezden geldiğiniz yasa ve adalet size de lazım olacak! Bu yaptıklarınızı o zaman sizlere anımsatacağımızı bilin!
Elbette bu kötücül sürgün saçmalığına ilişkin hukuksal yollara başvurulacak ve umarız ki İdare Mahkemesi sizden daha vicdanlı olacaktır.
İktidarın Çaycuma ayağındaki kişi ve yöneticilere de bir çift sözüm var; “Yahu siz bu kadar mı kurudunuz? Özsuyunuzu bu kadar mı yitirdiniz? Hiç yüz yüze bakmayacak mıyız? Bu adaletsizliği nasıl içinize sindiriyorsunuz?
Veysel Çalışkan’a yapılan hukuksuzluk hepimize yapılmıştır! Bunu bilin yeter! Adalet yerini bulana kadar hukuksal mücadelemiz sürecektir!