1-Sokağa çık!
“Aziz Milletim; ulken, vatanin ve bayragin icin gosterdigin kahramanca direnisten vazgecme. Ulkeni isgale kalkisan hain teroristlere (FETO) dersini vermek icin direnise ve demokrasi nobetine devam ediyoruz. Meydanlarin sahibi tanklar degil millettir. R.T.Erdogan 21 Temmuz 2016 Saat: 08:44”
...
Üstteki MSN iletisi dört yıl önce 21 Temmuz 2016 tarihinde telefonuma geldi. Özetle “Sokağa çıkın!” diyordu.
(Not: Bu ileti telefonumda öylece duruyor. ‘Kopyala-Yapıştır’ yöntemiyle üstteki paragrafa yapıştırdım ve tek bir virgülünü bile ellemedim.)
Bu iletiyi okuduğumda, Fethullah Gülen Cemaatinin devlete çöreklenirken nasıl korunup kollandığını, liyakat esaslı olması gereken kamu görevlerinin nasıl da bu cemaat yandaşlarına peşkeş çekildiğini düşündüm.
“Sokağa çık!” deniyordu ama güvenliğimi nasıl sağlayacağım söylenmiyordu.
2-Sokağa çıkma!
“Kiymetli Kardeslerim, Koronavirusle mucadelemizde tedbirlere uyup evimizden cikmayalim. Bu vesileyle, Mirac gecenizi tebrik eder hayirlara vesile olmasini dilerim. Sevgilerimle. Recep Tayyip Erdogan B002 21 Mart 2020 Saat: 21:14”
...
Üstteki iletiyi de 21 Mart Dünya Şiir Günü aldım. En üst makam şiir günümü kutluyor sandım. Değilmiş! “Sokağa çıkmayın!” diyordu ve Miraç gecemi kutluyordu!
(Not: Bu ileti telefonumda öylece duruyor. ‘Kopyala-Yapıştır’ yöntemiyle üstteki paragrafa yapıştırdım ve tek bir virgülünü bile ellemedim.)
Bu iletiyi okuduğumda, “Nasıl da farklı dünyalarda yaşıyoruz!” diye düşündüm. Dünya Şiir Günüm, Nevruz Bayramım değil “Miraç gecem” kutlanıyor!
“Sokağa çıkma; evde kal!” deniyor ama evde ne yiyip içeceğim, yaşamımı nasıl idame ettireceğim söylenmiyordu!
...
Cumhurbaşkanımızın canı sağ olsun! Madem öyle buyurdular, biz yurttaşlara emre uymak düşer! Uyuyoruz!
YILDIZ SAYMAK!
Geçen Cuma günü çarşıda karşılaştığım bir köylüm selam sabahtan sonra hücuma geçti!
“Hocam...” dedi, “Sen bilirsin!” (Malum, ben her şeyi bilirim, bu konuda kimse elime su dökemez!) “Bu kerâne-vürüsü ne zaman biter?”
Aldı beni bir gülmek! Bizim koronavirüs olmuş kerâne-vürüs! Bu sözü virüs duysa “Hakarete uğradım!” deyip yirmi dört saatte ülkeyi terk eder!
Dedim, “Bu kerâneden senin sıkıntın nedir ki bitmesini istiyorsun?”
Dedi, “Hocam, bu kerâne-vürüsü bizi oğul uşaktan, ipten kuşaktan edecekmiş, doğru mu?”
Valla, ben oldum Güldür Güldür Şov’daki Eşofmanlı Şevket Hoca!
Dedim, “Bu kerâneye sermaye sağlamazsak biter, sağlarsak sittin sene gökteki yıldızları sayarız!”
Dedi, “Yıldızları saymak kötü müdür?”
Dedim, “Meşrebine bağlı! Meyilliysen keyif alırsın, değilsen öpüldüğünün resmidir!”
Dedi, “Hocam, ben senin söylediklerinden bir şey anlamadım!”
Dedim, “Dert etme komşum, ben de anlamadım!”
...
Sonuç; Kimi “COVİD 19”, kimi “koronavirüs” derken benim halkım “kerâne-vürüs” diyor! Kim doğru diyor diye sorarsanız; köylüm doğru diyor! Bu milletin aklı uzun zamandır kerâne-vürüs’te! Durum bu olduğu sürece biz yıldız saymayı sürdürürüz!
GÖRDÜK Kİ DİYANET...
Sünni Mezhebinin bir örgütlenmesi olan ve rakamsal olarak Türkiye bütçesini eriten Diyanet İşleri Başkanlığı, bu ülkenin sırtındaki en büyük kamburdur! İşlevsizdir, siyasi ve ticari bir metadır!
Din müessesesi, teorisi gereği ayrıştırıcı değil; birleştirici bir yapıda olması gerekir. Diyanetin bugün bulunduğu konum, dinin özüne aykırıdır. Kutlu Doğum Haftasından başlayan çürüme, bidat ve şirk aşamasını çoktan aşmış ve tanımlaması yapılamaz bir şekle dönüşmüştür!
Hiç sözü uzatmadan söylemek isterim ki diyanet yapılanması tümden lağvedilmeli ve -devletin istismari durumları denetleyebileceği- laik bir yapıya büründürülmelidir!
Mesele namaz, niyaz meselesi değil; namaz niyazın araçsallaştırılmasıdır! Yıllardan beri “Laiklik!” derken söylemek istediğimiz buydu!
ÇALIYI YİYEN...
“Bulanan su durulmaya, sökülen taşlar yerine oturmaya başladı! Çok ama çok önemli bir ekseriyet olan biteni artık daha iyi görüyor! Çalıyı yiyen gözlerini açıyor!” diye yazmıştım.
Bir okurum sordu; “Hocam, ‘Çalıyı yiyen gözlerini açıyor!’ diye yazdın. Ne demek istedin, açıklar mısın?”
Aslında yazının o paragrafı yeterince açıktı ama soruyu soran okur Çaycuma dışında yaşadığı için yazı amacına hâsıl olmamış olmalı!
Evet, Çaycuma’da gerçekten çok güzel şeyler oldu. İyi de oldu. Ancak bu “Her şey iyi ve güzel oldu!” anlamına gelmiyor. Burada öyle süreçler yaşandı, öyle süreçler yaşanıyor ki insan ilişkilerini tarumar etti! Müsebbipleri kimlerdir, yaşananlar nelerdir, sonuçları neler oldu-olacaktır; bunların ayrıntısına girmek istemiyorum!
Hani bir söz vardır; “Dışı seni yakar, içi beni!” Durum bu! Siz dışarıdan Çaycuma’ya baktıkça gördüğünüz değişim ve gelişimi haklı olarak övüyor ve iyi şeyler söylüyorsunuz. İçerideki durum sizin gördüğünüz gibi değil! Davulun sesi size uzaktan gür geliyor! O gürlük, buraya kaos getirdi!
Gördüğüm odur ki önümüzdeki üç yıl kolay geçmeyecek! Şaşırtıcı hukuksal sonuçlar yaşanacak; göreceksiniz! Açılan davalar sonuçlandıkça, istinaftan gelen onaylar yürürlüğe girdikçe tablo şekillenecek! Bunu yaşayarak göreceğiz.
‘Çalıyı yiyen...’ tümcesinin özeti budur! Çalıyı yiyen geliyor!
BU SON YAZIMDIR!
Bu yazıyı bitirirken kötü haberi vereyim artık. Halkın Sesi Gazetesindeki köşe yazılarımı sonlandırıyorum. Benden kurtuluyorsunuz! Hiç bağırıp çağırmayın, kararım kesin! Artık yazacak konu kalmadı ve bırakıyorum!
(Derin bir sessizlik! Önlenemez bir şaşkınlık! Ve ışıklar yanar!)
Nisan biiir!
Şaa-kaa-lan-dıı-nız!
Pilavdan dönenin kaşığı kırılsın! Yazmaya devam!