“Bir ülkenin kalkınmışlık düzeyini anlamak için çivi hesabı yapacaksın! Bir kilogram çiviyle, bir kilogram etin fiyatını karşılaştıracaksın. Eğer bu ikisinin fiyatları birbirine yakınsa ülke doğru yoldu gidiyor demektir. Çivi fiyatıyla et fiyatı arasında uçurum varsa, ülke de uçurumda demektir!” derdi merhum Hasan Ataman.
Şöyle devam ederdi; “Bir ülkenin kalkınmışlığının iki ayağı vardır; 1-Tarım-Hayvancılık, 2-Sanayi! Çivi sanayiyi, et tarımı özetler! Çivi ucuzsa; sanayileşme iyi gitmiyor, et pahalıysa hayvancılık ölmüş demektir!”
...
Rahmetli Ataman’ın karşılaştırma ölçütlerine katılmamak elde değil! Sekiz yüz bin kilometrekareye yakın büyüklükteki ülkemizin dağı taşı hayvancılığın envai türüne uygunken, özellikle Turgut Özal döneminde çökertilen hayvancılık sektörü bir daha belini doğrultamadı! Et fiyatları aldı başını gitti! Etin kilosu; 60-70.-TL
İktidar destekli ve korumalı müteahhitleri saymazsak, bırakın ev yaptırmayı kümes yaptırmak bile olanaksız. İnsanlar belini doğrultamaz duruma geldi. Bugün çivinin kilosu; 8.-TL
Eğer kalkınma ve büyümeyi sağlıklı yaşayan bir ülke olsaydık, örneğin; çivinin kilosu 20.-TL, etin kilosu da en çok 30.-TL dolayında olmalıydı. Bu denklemde rakamların yerini değiştirerek de düşünebilirsiniz.
Sömürü o boyutta ki çivinin kilosunu 8.-TL’ye alan müteahhit, orta halli bir daireyi 500.000.-TL’ye, etin kilosunu 60.-TL’ye mal eden üretici 65.-TL’ye satıyor. Açıkça göreceğiniz gibi çarpık bir karşıtlık var!
Hasan Ataman’ın sözüyle bitireyim; “Hocam, aslında bu memlekette yaşanmaz ama bakma sen biz kendi kendimizi mahkûm ettik!”
Mahkûmiyetimiz sürüyor; tahliye olamadan da öleceğiz!
Ataman’ı sevgiyle selamlıyorum.
KÖRLEŞME
Elias Canetti (D.; 1905- Ö.; 1994) Bulgaristan / Rusçuk doğumlu bir yazardır. Avrupa coğrafyasının en çalkantılı yıllarında yaşamış, doğduğu ülkede kalamamış, İngiltere, İsviçre, Avusturya, Almanya, İtalya’da yaşamış ve Zürih’te ölmüştür.
Canetti’nin Körleşme adlı romanı uzun zamandır çalışma masamın üzerinde bekliyor. Hayır! Henüz okumadım. Ancak teknenin başında!
Ne ki bu kitabın yazılış öyküsünü, önsözlerini ve kitaba ilişkin değerlendirmeleri okudum. Payel Yayınevinin 2011 yılında yayımladığı yedinci baskı var elimde. Kitabın çevirmeninin Ahmet Cemal olduğunu da not edip asıl konuya geçeyim.
Kitabı ilk elime aldığımda kapak resmi beni çarptı. Diego Rivera’nın “Feria del Dia de Muertos” adlı resmi var kapakta. Google çevirisiyle söylersem Türkçe; “Ölü Fuarı Günü” (Akışkan bir deyişle söylersek; Ölüler Fuarı olabilir) adındaki bu resim bir eğlence yerini gösteriyor. Sahnede iskelet yüzlü kukla şarkıcılar var. Ellerindeki gitarları çalıp şarkı söylüyorlar. Eğlence yeri bakımlı ve varsıl insanlarla tıklım tıklım dolu! Yiyorlar, içiyorlar, konuşuyorlar... Tamamı sahneye arkalarını dönmüş! Para ödeyerek orayı dolduran insanlar, ödedikleri o paralarla sahneye çıkan kukla ve iskelet kafalı şarkıcıları (Bizim adlandırmamızla; ‘sanatçıları’) dinlemiyorlar. Onları dikkate almıyor, önemsemiyorlar. Yiyip, içip eğlenenlerin bazılarının masasında kurukafalar ve kurukafa maskeleri var. Sahneye bakmıyor ve dinlemiyorlar ama anlaşılan o ki sahnedekileri onaylıyorlar. Dinlemiyor olmaları değer vermediklerini gösterir. Bakmıyor olmaları, onlara bakmaya gerek olmadığı düşüncesinde olduklarını gösterir. Resimdeki kurukafalı kukla sanatçılar sahnede kalıp kendilerini o salon dolusu insanlara meze yapıyor!
Sanırım bu kadar açıklama ve yorum yeter! Bu resme bakarken aklıma iktidar yandaşı ‘sanatçılar’ geldi. Kitap kapağını ülkemizin içinden geçtiği süreçle eşleştirdim. Üzüldüm!
Girişte de yazdığım gibi henüz bu romanı okumadım ama biz bu “Körleşme”yi kırk yıldır yaşıyoruz! Kitabı okuyunca neler düşündüğümü de paylaşacağım sizlerle.
Keşke böyle bir yazı yazmak zorunda kalmasaydım!
“BUGÜNLER YAŞANACAK!”
Sözü ve müziği Cengiz Tekin’e ait bu şarkı Ferdi Tayfur’un 1980 yılında yayımladığı Nisan Yağmuru adlı albümünde yer aldı. Ferdi Tayfur’un sevdiğim şarkılarından birisidir “Bugünler Yaşanacak!”
“Ne kadar yaşasan doymazsın dünyaya / Düşün taşın bir kere hayat benzer rüyaya / Umduklarım olmuyor dalma derin hülyaya / Üzgün olsan ağlasan bu günler yaşanacak”
“Ben ne günler yaşadım çok iyi biliyorum / Hakikatler gizlenmez gerçeği söylüyorum / Son günlerimde yine hayatı seviyorum / Üzgün olsan ağlasan bu günler yaşanacak”
Üstteki bölümde sözünü ettiğim Elias Canetti’nin kitap kapağı resminde olduğu gibi bu şarkıyı dinlerken de hep günümüzle eşleştirme yapıyorum.
Avrupa uygarlığının 1700’lü yılların sonunda yaşadığı; dinde Reform, bilim ve sanatta Rönesans’ı biz 1923 Cumhuriyet Devrimiyle ucundan kıyısından yaşadık.
Bağımsızlık ve özgürlük için bedel ödemiştik ama devrimler için ödememiştik. Atatürk’ün aydın kişiliğinin bir yansıması olan devrimler bize onun eliyle altın tabakta sunulmuştu! Cumhuriyet dönemi, sanayileşme ve tarımda çok önemli atılımlar yaptı ama eğitimde bunu yapamadı. Köy Enstitüleri ateşi, gericiler ve toprak ağaları eliyle söndürülünce yeniden karanlıklara büründük!
Bugün yaşadıklarımız o kaçan trenin sonuçlarıdır! Üstteki şarkı; “Üzgün olsan, ağlasan, bugünler yaşanacak!” diyor. Aynı şeyi söylüyorum! Bu süreci ne kadar az hasarla atlatırsak o kadar kazançlı çıkacağız. Bu toplum, bu yaşananların ardından şaşıracağımız bir uyanışın yoluna girecektir.
Nazım’ın şiirindeki gibi; “kararmasın yeter ki sol memenin altındaki cevahir!”