Çalakalem devam

 

Yıl 1994, Çiller ablamızın meşhur 5 Nisan Ekonomik İstikrar Paketi’ni açtığı günler.

Çaydamar Ocağı’nda Civelek damarının üretim hazırlığını tamamlamıştık ki, kömür çil çildi.

Paketten Zonguldak Havzasındaki birçok kömür ocağının kapatılacağı kaması da çıkınca, 1990-91 Büyük Madenci Grevi sonrası eccük özgüven kimliğine bürünmüş havza ahalisi dellenmişti.

Paketin görünmeyen kısmında Sümerbank tekstildi, otomobil fabrikasıydı, helikopter fabrikasıydı… Alternatif ekonomik yatırımlar gırla diyerek, ahaliyi bir nebze olsun rehavete kavuşturmak cihetine giden hükümet taşla kömürü iyice karıştırmıştı.

Ortaya çıkan moloz yığınına karşı sivil toplum örgütleri, sendikalar, meslek odaları yine de bir elek kurup, iyi bir şeyler çıkarma gayreti göstermişti.

O yıllar, havzada yayın yapan özel bir TV kanalı vardı. Cumhuriyet gazetesi muhabiri Ali Ayaroğlu, bu kanalda program yapıyordu.

Gündem paket olunca, Ayaroğlu canlı yayında paketi bir kez daha açmak istedi. O dönemin GMİS Genel Başkanı Denizer’i, TSO Başkanı Haberal’ı, DYP milletvekili Cansızoğlu’nu değişik parti ve kurum temsilcilerini canlı yayın programına davet ederek görüşlerini almak istedi.

Söz ola beri gele. Ne yazık ki, çağrılı konuklardan biri bile TV’deki canlı yayın programına teşrif etmemişti.

Ayaroğlu’nun mütevazı bürosu, Ömer Yeğen İş Hanı’nın 4. katındaydı. Biz de üç-beş arkadaş, iş hanının tepesinde mütevazı iki odada TUSAK tiyatro grubunu yeniden oluşturmaya çalışıyorduk.

Fos çıkan programın ertesi günü, tesadüf bu ya, bürosunun kapı önünde Ayaroğlu ile karşılaştım.

-Ne programdı ama! Tam bir tiyatroydu değil mi? dedim.

-Tiyatro tabi, ne sandın? Yazsana! dedi.

akşam çalakalem başladım yazmaya. Geç saatte daktiloya geçtim. Çat çat çat… Füü…

 Taze çıktı fırından. Sabaha bir epizot hazır.

Arkadaşlar pek beğendiler yazdığım sahneyi. “Devamını da yaz, bir tek Denizer’le olmaz” dediler.

Çat çat çat… Füü… Füüü… İlham geldi mi, durdur durdurabilirsen! Denizer pavyondaydı, tamam. Haberal hasta, çizgili pijamasıyla evde dizini kırmış oturuyor. Cansızoğlu, elinde isteka bilardo salonunun açılışında. Diğerleri kem küm kem küm…

Tek perdelik oyunumuz, Göçük Mehmet’in sunduğu canlı yayın programına telefonla katılan işçi, emekli, işsiz havza ahalisinden kişilerin TV binasını basması ile sona eriyordu.

 “Göçük Mehmet’le Bacaağzı Sohbetleri” adlı oyunumuzu, o dönem Zonguldak, İstanbul ve Ankara’da 14 kez sahnelemiştik.

Zonguldak’ta sahnelediğimiz günlerin birinde, aynı TV kanalı oyunumuzu kamera ile çekip kayıt altına almış.

Bizim bu kayıttan haberimiz yoktu tabi. Neyse!

Biz yine harala gürele kömür kaydırmaya devam ediyorduk ocakta. Hazır pano 18 milyon tonluk Civelek damarı eksi 50 kodunda, tonluk araba itiyorduk bir arkadaşla. Arabanın arka tekerine köstek atıp takoz koyduktan sonra nefeslenirken, arkadaş dile geldi:

-Akşam televizyonu seyrettin mi? dedi.

-Yoo, ne oldu?

-Adam ne gonuşuya be!

-Kim?

-Göçük Mehmet, valla ne gapduruya biliyon mu?

Arkadaşın bizim oyundan bahsettiğini anlamıştım.

-Sen Göçük Mehmet’i tanımıyor musun?

-Nerden tanıyayım. Adam gosgoca tiyatoracı be!

Üstümdeki iş elbisesi, baret, çizme ile arkadaşımın televizyonda beni tanımamış olmasına şaşırmıştım. “Küçük bir çizgi bıyık mıydı acaba beni tanınmaz kılan!” diye düşünmüştüm. Yine de:

 -Göçük Mehmet benim, dedim.

Karşılık saniyede geldi.

-Hadi canum, sen Fari değil misin?

 Res’en emekli olalı 11 yıl geçti. Bazen arkamdan bir ses “Göçük” diyor. Trafik gürültüsünün arasında hangi arkadaşımın sesi olduğunu algılayabiliyorum.

Geçen hafta Ayaroğlu, Foça’dan İstanbullu bir dostumun selamını iletti. Dostum adımı “Göçük Mehmet” olarak belirtmiş. Ossaat dank etti kafama. Arkadaşlar “yeniden yazalım gazeteye” demişlerdi. Ben de “yazalım, bizi yazmak kurtarır ancak” diyerek, Göçük Mehmet olarak bacaağzı sohbetlerine devam etmeye karar verdim.

İşe bakın ki, yeniden yazı yazma ilhamım, yine bir paketin açılış gündemine denk gelmez mi! Kel başa şimşir tarak! Erdoğan usta hükümetinin bir sürü çalımdan sonra ortaladığı demokrasi paketi haddinden fazla gosgoca bir moloz yığını yaratmaz mı! Öyle bir moloz yığını ki; konuş konuş, yaz yaz, çalış çalış… Elek yetmez. Neyse ki, iyi bir şeyler çıkarmak için gayret sarf edenler var hala. Ha Ali, ha Veli, ha Mehmet, ha Fari…

Sohbetimiz bol olsun! Emme hayat da güzel olsun.