Bülent Bey,  büyük siyasetçi rahmetli Süleyman Demirel; “Milletle inatlaşma olmaz; uzlaşılır!” derdi. El hak; doğrudur.
Mühendislik mesleği için de bunun tıpkısı bir söz var. Sizin de söylediğiniz gibi; “Doğayla inatlaşma olmaz; uzlaşılır!
...
Cumhuriyet döneminin ilk yasalarından birisi “Şapka Kanunu”dur. 25 Kasım 1925 tarihinde kabul edilmiştir. Bu kanuna göre sen, ben ve biz umuma açık yerlerde şapka giymek mecburiyetindeyiz. Bu yasa halen yürürlükte ve şapka giymeyerek hepimiz suç işliyoruz.
Ancak o gün için gerekli ve doğru olan bu yasa bugün için saçma ve doğallıkla da uygulanmıyor. Böylesi yasalara “kadük olmuş” denir.
Sizin yaslanmaya çalıştığınız yasa 26 Mayıs 1981 tarihinde yani darbeci generallerin çıkardığı bir yasadır. Allah aşkınıza, 2019 yılında, 12 Eylül Cuntasının çıkardığı antidemokratik bir kanuna dayanarak mı hareket edeceksiniz?
2464 Sayılı yasa; “Yol Harcamalarına Katılma Payı alınabilir” diyor; “alınır” demiyor. Yani bunu belediyenin inisiyatifine bırakıyor. “Asıl biz bu katkı payını almazsak suç işlemiş oluruz!” derken, dayanağınız nedir?
2464 Sayılı yasa; “vergi değerinin % 2'sini geçemez” diyor. “% 2 alınır” demiyor. Devlet bile alım satım işlemlerinden “Binde 3” alırken, bunun 10 katını almaya çalışmak mıdır “Sosyal Demokrat Belediyecilik Anlayışı”? Bu soruyu bütün CHP’lilere de soruyorum!
Halkın içinde bulunduğu ekonomik çıkmazdan hiç mi haberiniz yok?
...
İKİ SORU
Bugüne dek basın yoluyla yazarak sorduğum hiçbir soruya somut yanıt vermediniz. En son geldiğiniz nokta; “Kanun var; ben ne yapayım?” oldu.
Şu iki soruyu yanıtlayarak kamuoyunu aydınlatırsanız sevinirim.
Soru 1- Çaycuma Belediyesi olarak yaptığınız yol ve asfalt çalışmaları bir proje çerçevesinde yapılmadı mı? “Haydi kalkın, bugün şu mahalleye kilitli parke döşüyoruz!” demiş olamayacağınıza göre, yapılacak çalışmaların önce projesini yapıp muhtemel maliyeti belediye gelirleri de düşünerek saptadıktan sonra uygulamaya koymuş olmanız gerekir. Yapılan iş mutlak zorunluysa ve belediye bütçesi buna yetmiyorsa, yetmeyen kısımla ilgili “Katılım Payı” istemeniz gerekmiyor mu? Projeden yararlanacak olan yurttaşlar ayrıntılı olarak bilgilendirildikten sonra işe girişilip, iş bitiminde yalnızca yetmeyen kısım için salma çıkarılması gerekirken, projenin tümünü de aşan miktarlarda para talep edilmesi ve üstte sözünü ettiğim ayrıntılarla ilgili bilgilendirme yapılmamışken halkın tepkisini negatif yorumlamanızı nasıl açıklamalıyız? Neden bütün bunlar yapılmadı?
Biz belediyeye; İnşaat Proje Vergisi, Emlak Vergisi, Rayiç Bedel Bildirim Vergisi, Çöp Vergisi, su faturalarına eklenen bilumum vergileri ödemişken, İller Bankasından belediye ödentilerinde bir aksama yokken, çekmek istediğini krediler onaylanmışken; “Yaptığınız çalışmalar için verdiğimiz vergiler yetmedi mi? Yetmediyse ne kadarı yetmedi? Neden bizden yapılan işlerin boyutunu da aşan paralar istiyorsunuz? Bu paraları biz vereceksek; bizim ödediğimiz vergiler nerede? Ödediğimiz vergilerle bu yol ve asfaltlar yapıldıysa bu istenen para ne? Daha anlaşılır sorarsak; ‘Kedi buysa; et nerede? Et buysa; kedi nerede?
...
Soru 2: 2015, 2016, 2017 ve 2018 yıllarına ait kaldırım yapımı ve asfalt yol katkı payı istediğinize göre; bu bilanço, 21 Mart 2019’da yapılan ve üç bin küsur oy farkla kazandığınız Mahalli İdareler Seçimine giderken sabitti. Yani böyle bir tabloya göre seçmenin karşısına çıkıp, tabloyu anlatıp, seçim sonrası katkı payı talep edeceğinizi seçmenlere söylemeniz gerekirdi.
Bu mali bilançoya karşın, “41 Altın Proje” diyerek allayıp pulladığınız mutlu bir Çaycuma vaat ettiniz. “Belediye bütçesinde para yok; bu proje giderlerini sizden alacağız!” demediniz!
Bu yaptığınız şey,“Siyaset Ahlakı”nınneresine tekabül etmektedir?Size göre bu “Seçmene yalan söylemek” ve “Seçmeni aldatmak” değilmidir?
...
HİÇ KIZMADAN, ÖFKELENMEDEN…
Bülent Bey, hiç kızmadan, öfkelenmeden, aşağılama ve hakaret dolu cümleler kurmadan bu iki soruya yanıt vermek gibi bir göreviniz var!
Bülent Bey, benimle ilgili yazdığınız o aşağılama ve hakaret yorumunun ekran kaydını aldım. Elbette gerekeni yapacağım. Savcı, “Bu demokratik haktır; hakaret sayılmaz!” derse, bana yazdıklarınızın aynısını bu sayfada ‘16 Puntoluk harflerle’ size yazacağım. Yok, suç bulursa gerisini sonra söylerim...
...
Bülent Bey, bana göre bu girişiminiz bir güç zehirlenmesidir. Israrınız hem size hem bize onarımı olanaksız zararlar verecektir! Kırk yıl sonra kazanılan belediyeyi kırk yıl daha kaybetme riskiyle burun burana olduğumuzu görün derim!
Yanıt hakkı doğmadığı sürece bu yazı bu konuya ilişkin yazdığım son yazı olacak. Neyin ne olduğunu, kamuoyunun yeterince gördüğünü düşünüyorum. Sizin de anlayacağınızı anladığınızı düşünüyorum.
Umarım hukuk, kamu düzenini bozan bu uygulamayı iptal eder, siz de rahatlarsınız; biz de!
 
HOCAM YAPMAYIN NE OLUR; OLMUYOR BÖYLE!
Hocam, yazını çok dikkatle ve notlar alarak okudum. Seni üzmek ve kırmak istemediğimi daha önce de yazmıştım ama sanırım inandırıcı bulmamışsınız. Yazınızın bütününden anladım ki sizi kırmış ve üzmüşüm. Böyle olsun istemezdim. Eğer bir şeyleri telafi edecekse; özür diliyorum.
Ben size “Hocam!”, “Hamit Ağabey” derken sizin bana, Ayşen Gruda’nın, Kemal Sunal’a, üst kattan aşağıya; “Hişt! Çöpçü!” demesi gibi “Yazar Beyimiz!” diye hitap etmenize anlam veremedim ama olsun, büyüğümsünüz; kırılmak yok!
Fakat hocam, yaşanan sürece ilişkin görüşlerimi söylemeyip susmamı istemeyin benden. Ben size; “çerez” demedim hocam. O malum şahısların yanına “çerez edilmesi” dedim. Ve halen öyle düşünüyor; düşündükçe de öfkeleniyorum hocam! Yazınızda uzun uzun onurlu ve bize örnek olan geçmişinizi yazmanıza gerek yoktu hocam. Biz sizi tanıyor ve biliyoruz. Zaten o nedenle size ‘reva görüleni’ yadırgadım.
Hocam, ben Çaycuma Belediye yetkilisi olsaydım, sizin özgeçmişinizi Belediye Sinemasının önüne ya da ne bileyim terminal içine falan, milletin sigara izmariti ve çöp attığı yerlere yazmaz; gereğini yapardım.
Örneğin; evinizin bulunduğu sokağa sizin de katıldığınız bir törenle; “Hamit Kalyoncu Sokağı” tabelasını çakardım.
Örneğin; yayımlanmış ve yayımlanmamış ürünlerinizle ayrıntılı özgeçmişinizin anlatıldığı bir “Hamit Kalyoncu Kitabı” hazırlattırır “Çaycuma Belediyesi Kültür Hizmeti” olarak bastırır, ücretsiz dağıtırdım.
Örneğin; henüz sağlığınız yerindeyken ve yaşıyorken, adınıza yaraşır bir “Hamit Kalyoncu Etkinliği” organize eder; Çaycuma halkını oraya taşırdım.
Örneğin; belediyenin kültür, sanat, eğitim, spor amaçlı tesislerinden birine “Hamit Kalyoncu Tesisi” adını verirdim.
Hocam, bak bu söylediklerimin hiçbiri yapılmadı, yapılmıyor, yapılmayacak!
Ben olsaydım asla o malum -iki şahısla- sizi yan yana getirmezdim. Bunda sizin bir dahlinizin olmadığını biliyorum.
Hocam, ben öyle bir ödül tahsis edilecekse; ortada sizin, sağ yanınızda Ziya Mısırlı hocam ve sol yanınızda da Prof. Erol Köktürk’ün olmasını yeğlerdim. Ya da gene siz ortada olmak koşuluyla, bir yanınızda eski Kültür Bakanı Fikri Sağlar’ın, diğer yanınızda da ÇKSM’yi bitiren Mithat Gülşen’in olmasını yeğlerdim. Ödül tahsisi için işin ehli bir kurul oluşturulsaydı, üç aşağı beş yukarı böyle bir karar verirdi! Hocam öyle bir kurul oluşturulmadı ve o kararı öyle bir kurul vermedi! Bunu görün ne olur!
Hocam, bana yönelik olumsuz sözcükler yazmanız durumu düzeltmeyecek. Yazınızda 77 yaşında olduğunuzu vurguluyorsunuz. Büyüğümsünüz; kabul ama ben de 17 yaşında değilim hocam! Yaşım 60 ve yalanmış onca mürekkebi çöpe atamam hocam!
Bilincimin bana gösterdiği düşüncelerimi söylüyorum, bana öfkelenmeyin; yanlış tribündesiniz hocam! O takım bizim takım değil! Biz bu taraftayız hocam. 12 Eylül ürünü bir kanuna dayanılarak ensesinde boza pişirilmeye çalışılan halkın yanındayız hocam! Hocam 9 Ekim 2019 tarihli yazımda sözünü ettiğim tarihsel örnekteki gibi, ‘kralın sağına’ oturmaya çalışıyorsunuz! İnanın en küçük bir sert çıkışınızda sizi iteleyip kakalayacaklar, “Elinin tersiyle” silip, “E-5’e kadar yolun var!” diyeceklerdir. Bu tecrübeyle sabit hocam!
Hocam, biliyorsun ikimiz de “Halkın Sesi” gazetesinde yazıyoruz. Ben, bu gazete “halkın sesi” olduğu için buradayım hocam. Halk neredeyse ben de oradayım hocam! Sizi yanımda görmek istiyorum hocam.
Son yazında yazdığın gibi ben de seninle ilgili son yazı olarak bu satırları yazdım hocam. Zaten amaç hâsıl olmuştur. Sözü uzatarak sizi üzmek istemem. Kabini kırdıysam yeniden özür diliyor; birileri gibi ‘yalandan’ değil, içtenlikle ellerinden öpüyorum hocam.