Sabah yataktan kalkarken tüm kemiklerim ağıyordu. Of! Aman! derken zar zor kalktım. Penceremden dışarıya baktığımda tüm şehri kaplayan o mutsuz bulutları ve sisi gördüğümde ağrılarımın nedeni anladım. Romatizmalarımın meteoroloji servisinden çok daha iyi çalışıyor olması beni az da olsa mutlu etti. Nedense sisli ve bulutlu havaları hiç sevmiyorum, kendileri gibi beni de o karanlık, mutsuzluklarına sürüklüyorlar. Gün boyu beni miskin, tembel, oflayan, şikâyet eden biri yapar. Tıpkı bu sabah gibi. İçimdeki bu mutsuzlukla dolmuşun yolunu tuttum. Kimseyi görmek, konuşmak, hatta selam bile vermek istemiyordum. Telefonumu açtım, kulaklıklarımı takıp müzik dinlemeye başladım. Her gün dinlediğim hareketli müzikler bile kendini damar parçalara bırakmıştı. “Evet”, dedim, “bugün iyi değilim.” Yazılarımda sık sık bahsettiğim gibi yeni bir gün her daim yeni mucizeler saklıyor, insana küçük mutluluklar getiriyor ansızın. Camdan dolmuşumu takip eden buluta bakarken birden gülmeye başladım, çünkü aklıma Amerikalı emekli asker ressam ve televizyoncu olan Bob Ross geldi. Hayranlıkla izlediğim sanatçı, kendi hayatını tuvaline çiziyor duygularını çizerken anlatıyor, kendini izleyenlerinde o renkli dünyanın içine çekiyordu.
Hayata , “Korkmadan dokunuyoruz.” diyor. “Hata diye bir şey yoktur. Sadece küçük mutlu kazalar vardır... Şuraya yaşlı bir ağaç çiziyoruz. Belki de şurada yaşayan mutlu küçük çalılıklar vardır; işte tam şurada... Belki de çalılıkların arasında sevimli minik sincaplar neşeyle geziniyorlar. Biraz vanday kahverengi, biraz titan beyazı alalım... Şimdi dallarında sincapların yaşadığı mutlu bir ağaç yapalım, şuraya üzerine kunduzların çıkıp güneşleneceği bir kayalık çizelim, gölümüzü içinde küçük canlıların yaşadığı mutlu çalılarla süsleyelim..." diyerek devam ediyordu resmine. Sevincini, heyecanını, hüznünü tuvallere yansıtıyordu.
Sanatçı, “Ben manzara resimleri yapıyorum. Çünkü doğanın bin bir güzelliğini ve bu kusursuz dengeyi insanlara hatırlatmak hoşuma gidiyor. Siz güzelliklerin farkına varın yeter...” demiş, ne güzel de demiş. Eğer ki yaşadığım hayat bana ait ise, ben de sahipliğini yapıyorsam, hava nasıl olursa olsu o mutlu ağaçları, o mutlu güneşi istediğim yere koyarım dedim. Ruhuma çöken kara bulutlardan yavaş yavaş sıyrılmaya başladım. Hayat ile bir günlük müsabakanın kesinlikle galibi ben olacağım, tuvalimi renklendirmeye başladığımda belli olmuştu bile, ressam bendim çünkü.
Sabah kalkıp ve yeni güne merhaba demiş isem, gözlerimi açtıysam ve de görebildiysem bu bile bir sıfır galip başladım demektir. Bir, iki, üç derken o kadar çok şey yaşanıyor ki gün içerisinde, galip olan hep biz oluyoruz aslında. Her şey tabi ki tozpembe değil, olumsuzluklar yanlışlar da oluyor, canımız sıkılıyor zaman zaman. Haklıyken bile haksız durumlara düşebiliyoruz. Üzülüp oturmak hiçbir şeyi çözmeyeceğine göre kesin kararlar almalı. Bob Ross’un dediği gibi: “Hata diye bir şey yoktur. Sadece küçük mutlu kazalar vardır.” deyip hızlı bir şekilde karar vermeli ve mutsuz, büyük bulutların nerede yaşamasını istediğimize kararlar vermeliyiz, ya da mutlu ağaçları nereye koyacağımıza kesin kararlı olmalıyız. Tekrar tekrar o karanlık tepeciklere mutlu küçük çalılıklar yapmalıyız. Belki de çalılıkların arasında sevimli minik sincaplar neşeyle gezinmek için bizi bekliyorlardır. Küçük bir çocuk kocaman mutlu ağacın dalarına asacağımız salıncakta sallanmak için bizi bekliyordur. Unutmamalı ki bizim beğenmeyip şikâyet ettiğimiz hayat, birçoğunun hayalindeki hayattır.