Türkiye Taşkömürü Kurumu'nda (TTK) genel müdür yardımcısı olduğum sıradaydı. Sene 1993 veya 1994 olabilir.
   Bir gün Almanya'dan bir mektup aldım. Mektubun içinden çok güzel bir genç kız fotoğrafı da çıkmıştı. Tabii burada bozuk bir Türkçe ile yazılan mektubu aynen hatırlamam mümkün olmadığı gibi tamamını yazıp yazıyı uzatmam da doğru olmaz. Kısacası şöyle diyordu mektup:
   ''Aşkım, bu mektubu beraber çalıştığım  Türk kızından yardım alarak yazdım. Sen gideli bir aya yakın bir zaman oldu ama senden hala haber alamadım. Senin için endişe ediyorum. Lütfen bana hemen cevap yaz. Seni çok seviyorum ve çok özledim. İmza: Sevgilin Magdalena''
   Ben bu mektubu okuyunca çok şaşırdım tabii ki.. İsim soyad doğru. Adres de doğru. İsim benzerliği de olamaz. Çünkü ismim ve soyadım Türkiye'de yaygın değil. Örneğin bu gün Google'a girip Şerafettin Üstünkol yazın; bir tek beni bulursunuz. Ama Ahmet Demir, Mehmet Çelik veya Ali Yılmaz yazın, binlerce bulursunuz.
Ayrıca, bir kere ben on yıldır Almanya'ya gitmemiştim. Dolayısı ile orada birine rastlamış da olamam. O yıllarda Facebook, Twitter, Instagram veya WhatsApp gibi sosyal medya kanalları da yoktu ki sosyal medyadan tanışalım!  Üstelik kız beraber geçirdiği güzel günler ve anılar gibi yaşanmışlıklardan bahsediyordu. Yani olay sadece mektup arkadaşlığı gibi platonik ilişkilere de benzemiyordu. 
   O sırada kendi işlerimizin yoğunluğundan bu konunun üzerinde daha fazla düşünecek zamanım da olmadığı için ''herhalde muzip biri, birde mektubun içine bir kız resmi koyup aklınca beni işletiyor!'' deyip konuyu kapatmıştım ki..
   10 gün sonra aynı kızdan tekrar bir mektup geldi. Mektubunda benden haber alamadığı için çok meraklandığını, Almanya'ya dönmek için söz verdiğim  tarihin de geçtiğini, beni çok özlediğini falan yazıyordu. 
   Ha bu arada, sekreterim ofiste olmadığım bir sırada Almanya'dan bir kadının aradığını ama anlaşamadıklarını da söylemişti.
   Tabii ki  kafam karıştı. ''Ulan kim bu benimle dalga geçen?'' diye düşünürken... Bakın ne oldu!..
   Aynı zamanda köylü ve işçi kökenli olduğum için halkın her kesiminden arkadaşlarım ve dostlarım vardır. Hatta bunların içinde, idarecilik yaptığım yıllarda, yönettiğim birimlerde işçi veya memur olarak çalışanlar da olmuştur. Şimdi gerçek ismini vermeyeyim; Himmet de bunlardan biriydi ve bizde işçi kadrosunda çalışmaktaydı.
   Himmet, genel müdür yardımcılığı yaptığım sıralarda beni ziyarete geldi. İşi bıraktığını, Almanya'ya gideceğini, orada iş bulmaya çalışacağını, bu yüzden veda etmeye geldiğini falan söyledi. Vedalaşırken ben de kendisine başarılar dileyerek uğurladım.
   Mektup meselesinin olduğu sıralarda, bu Himmet çıkageldi. Hoşbeşten sonra Almanya'da 6 ay kaldığını, ama doğru dürüst bir iş bulamadığını, bu yüzden geri döndüğünü ve tekrar kurumda çalışmak istediğini anlattı. Ben de sohbet olsun diye; ''Ee yediğin içtiğin senin olsun. Anlat bakalım Almanya'da neler yaptın?'' gibi klasik sorular sordum.
   ''Sorma müdürüm, çok güzel bir kızla tanıştım ve büyük bir aşk yaşadım!'' diye anlatmaya başladı Himmet. ''Yapma yahu dedim; nasıl oldu bu iş?'' ''Almanya'ya yeni gittiğim sıralardaydı. Trende tanıştık. Bir süpermarketin kozmetik reyonunda çalışıyormuş. Aynı reyonda çalışan bir Türk kız arkadaşı da olduğu için çok az Türkçe de öğrenmiş. Birbirimize aşık olduk. Çok güzel anılarımız oldu. Ama iş bulamadığım için Türkiye'ye dönmem gerekiyordu. Hem biliyorsunuz, ben evli ve çoluk çocuk sahibiyim. Bu işi zaten sonu yoktu. Bu yüzden kıza bir iş için Türkiye'ye gideceğimi ama tekrar döneceğimi söyledim. Gelirken çok zor vedalaştık.''
   ''Peki gerçekten Tekrar Almanya'ya dönecek misin?'' diye sordum. ''Yok müdürüm. Nasıl döneceğim. Ama kıza üzülmesin diye yalan söylemek mecburiyetinde kaldım.'' ''Yanlış yapmışsın.'' dedim.
   ''Müdürüm, size bir itirafta bulunacağım. İnşallah kızmazsınız!'' ''Hayırdır, ne itirafı?'' ''Bu kız sizi arayabilir!''  O an kafamda şimşekler çakmaya başladı.. Hayretle, ''Bu kız beni niye arasın ki?'' diye sordum. ''Müdürüm kız seni ben sanıyor!'' Kafam biraz daha netleşse de hala flu kısmı fazla iken; ''Bu kızın ismi nedir diye?'' diye sordum. ''Magdalena!'' demez mi! 
   Mesele şimdi aydınlanmaya başlıyor galiba diye düşündüm.
   Yerimden doğruldum ve ''Ulan Himmet, anlaşılan sen bir şeyler karıştırdın. Ama şimdi bunun ne olduğunu bana doğru dürüst anlatacaksın!'' dedim.
   ''Anlatayım'' dedi Himmet. ''Müdürüm, hatırlarsanız Almanya'ya giderken size uğramıştım. Belki sizi oradan ararım diye masanızın üstünde duran kartvizitlerinizden istemiştim. Siz de bana bir tane vermiştiniz. Hatta kartvizitin arka yüzü de İngilizce idi.''  ''Devam et.'' dedim.
   ''İşte trende bu kızla tanışma fırsatı doğunca; sizin kartvizit yanımdaydı ve kıza onu verdim!''  ''Ulan oğlum niye öyle bir şey yaptın?'' ''Ne yapayım müdürüm; 'ameleyim' mi deseydim! Kızı etkilemek daha kolay olur diye sizin kartınızı verdim. Yani kız sizi ben; tabii ki beni de siz zannediyor! Bütün hikaye bu!''
   ''Ulan Himmet, ben seni şimdi ne edeyim? Yaptığın iş resmen sahtekarlık. Kız beni zaten aradı bile. İki mektup yazdı bir de telefonla aradı. Mektuplarına cevap vermedim. Telefon ettiğinde ben iyi ki yerimde yoktum. Kız beni tekrar ararsa ben ona ne diyeceğim?'' gibi lafları saydım. ''Müdürüm, ben bir eşeklik ettim. Kızın üzülmesini de istemiyorum. Onun üzülmeyeceği bir şekilde bu işi nasıl çözeriz. Sen bilirsin.''
   Düşündüm taşındım. Sekreterimi çağırdım, ''Geçen Almanya'dan arayan kadın tekrar ararsa; ona benim Kongo'ya tayinim çıktığını söylersin.'' diye talimat verdim. Kızcağız şaşırdı ve bir şey anlamadı ama ''peki efendim!'' diyerek odadan çıktı.
   Hikayenin devamını bekliyorsunuz ama devamı yok! Çünkü kız bir daha aramadı! Böylece en azından olay benim açımdan kapandı.
   Himmeti sorarsanız şimdi benim Facebooktan da arkadaşım. Zaten o yüzden de fazla ayrıntılara giremedim ya!
   Hikaye bitti de ben bir not eklemek istiyorum. 
   Zamanında kıymeti bilinmeyen büyük edebiyatçı Sabahattin Ali'nin son yıllarda ''best seller'' olan ''Kürk Mantolu Madonna'' romanını çoğunuz okumuşsunuzdur. 
   Hatırlarsanız hep başkalarının istediği gibi yaşayan roman kahramanı Raif Efendi babasının isteği üzerine eğitim için Berlin'e gidiyor. Oradaki bir sanat galerisinde hayran kaldığı bir resmin ''Kürk Mantolu Madonna (Meryem Ana)'' ressamı Maria Puder'e ile tanışıp ona aşık oluyor. Bu aşk ezik ve kendi halinde bir insan olan Raif Efendi üzerinde dramatik değişikliklere sebep oluyor.
   Sabahattin Ali, romanın ana fikrini, ''Dünyanın en basit, en zavallı, hatta en ahmak adamı bile, insanı hayretten hayrete düşürecek ne müthiş ve karışık bir ruha maliktir! Niçin bunu anlamaktan bu kadar kaçıyor ve insan dedikleri mahluku anlaşılması ve hatta hakkında hüküm verilmesi en kolay şeylerden biri zannediyoruz?'' sözleriyle açıklamıştır.
   Yine Sabahattin Ali şunları da söylüyor: Hayat sürprizlerle dolu. İnsan bazen kendisini hiç ummadığı bir sürprizin içinde bulabiliyor.
   
   Hikayeye bu notu niye ekledim? Kürk Mantolu Madonna,  yıllar önce yaşanmış yukarıdaki hikayeyi bana tekrar hatırlattı da ondan.. Nedense bir benzerlik gördüm!.. 
   Ne alakaysa!..