Belgesel sinemacı Elif Ergezer’in “Mükellef” adlı filmi, kömür havzasındaki emek sömürüsünü anlatan en gerçekçi filmdir. Çekirdek aile içinde, babadan oğula geçen madenkeş aile yapısını ekonomik ve sosyal yaşam çerçevesinde kuşak olarak bir kötü, bir iyi, sonra tekrar kötü ve daha sonra ise ne olacağı meçhul bir akışla anlatan film, belleklerde unutulmaz izler bırakır. Karadeniz Ereğli’ye bağlı Kandilli beldesinde dar olanakla çekilen filmde, taşeron şirkette çalışan genç bir işçi ve ailesi eksen alınarak, 1940’lı yıllardaki mükellef madencilikle, günümüzdeki mükellef madencilik gözler önüne serilir.
Yaklaşık 70 yıl önce havzada yaşanan mükelleflik hakkında “Kelebeğin Rüyası”ndaki kısa sahne çok şeyler anlatmaz kuşkusuz. Fakat, zincire vurulmuş, avurtları çökük insanların bitap yürüyüşü kafalarda soru işareti oluşturur. Yılmaz Erdoğan’ın geniş olanaklarla çektiği Oscar’a aday filmde Zonguldaklı iki genç şairin hikayesi anlatılırken bir nebze görüntüye giren mükellef işçilerdir. Onlar, Zonguldak kömür havzasındaki köylerde yaşayan 13 ile 50 yaş arasındaki er kişilerdir. Her ne olursa olsun, eli kazma kürek tutabildiğince madende çalışmaya mükellef, zorunlu işçiler, yani köylülerdir. Yürüyüş kolundaki madenden kaçtığı için zincire vurulmuş mükelleflere dipçiğini vuran, namlusunu hizalayan askerler ise devlet temsilcileridir.
1940’lı yıllarda kömüre büyük ihtiyaç vardır. Demir-çelik fabrikasından gemilerin kazanına kadar her yerde kömürün har yapması gerekmektedir. Bunun için üretimde süreklilik ve artış, zapturapt altına alınmalıdır. Devlet, çıkardığı yasayla 12 saat süreli çalışma, sosyal hakların sıfır olduğu, düşük ücret skalalı bir çalışma sistemini şart koşarak yoğun emek sömürüsüne girişir. Ölümüne çalıştırılan işçiler için o dönem devletin son sözü şudur: “Her kim ki elden ayaktan kesile, katıra bindirilip köyüne gönderile…”
Sabanından- harmanından, eşinden-çocuğundan aylarca ayrı kalarak zor iş şartları altında yaşam mücadelesi veren mükellef, ancak çürüğe ayrıldığında köyüne dönebilmektedir o yıllarda. Bu beter duruma ilenmesi ise şu dizelerle dile gelmektedir sessizce: “Mükellefin malayı / Yağsız mısır unundan / Beş okka kömür çıkar / Mükellefin donundan.” Mısır ununun tereyağı ile kavrulmasın ve lapa haline dönüşmesi sonrası üstüne keş sepilerek yenilen yöresel “malay” yemeği, mükellefin günlük menüsünde suyla karıştırılmış yavan mısır unudur bacaağızlarında. Evinden yüklenip getirdiği un torbası, başının altında yastık olarak her gün küçüldükçe avurtları çöken mükellef kömür adamdır bir ay süresince.
İrfan Yalçın’ın “Ölümün Ağzı” romanı da mükellefiyet dönemi yaşanılan olaylardan kesitler sunar. Jandarma baskısı, muhtarın işbirliği, ocak çavuşlarının baskısı, zor çalışma şartları, iş kazası, devletin vurdum duymazlığı, cezalandırmalar, kadına baskı, çoluk çocuğun perişanlığı, intihar... Günümüz mükellefinin dedelerinden tek farkı, yeraltında madende çalışmak için kendilerinin istekli olması. Geçmişte devletin zapturapt altına aldığı şartlarda taşeron ocaklar, ekmek davasına binlerce mükellefi içine çekiyor. Binlerce hazır mükellef elinde kazma, bacaağızlarında kömür adam olmayı bekliyor. 17 Mayıs 2010’da Karadon’da bir taşeron işletme ocağında grizu patladı, 30 işçi öldü. 7 Ocak 2013’de Kozlu’da başka bir taşeron ocakta degaj patlaması oldu ve 8 işçi can verdi. Bu patlamalar ve işçi ölümleri, taşeron işletmelerde iş güvenliğine ilişkin tedbirlerin alınmadığı, üretimi artırmak için her türlü aciliyetin ertelendiği konusunda kamuoyunda görüş oluşturmuş, hatta “işte günümüz mükellefiyeti” denilmişti.
Dokuz ay önce Kozlu’da taşeron ocağında meydana gelen patlamada ölen işçilerden birinin ailesine HDP Milletvekili Ertuğrul Kürkçü, A. Levent Tüzel ve EMEP Genel Başkanı Selma Gürkan ile başsağlığına gitmiştik. Ölen işçinin karısı, kocasının “Hiç boşluk vermiyorlar” diye her gün dert yandığını söylemişti. Kadının ne demek istediğini önce anlayamamıştık. Fakat “Her gün kapkara, terden sırıl sıklam fanila getirirdi eve, hiç boşluk vermiyorlarmış ki!” diye yineleyince, o zaman anlamıştık kadının kocası için söylediklerini. Yani hiç dinlenme yokmuş taşeronda. Tam mükellef!
Doğu-batı istikametinde Cide Kapusuyu Deresi’nden Alaplı Deresi’ne kadar yaklaşık 100 kilometre uzunluğunda, güneyden kuzeyde Karadeniz’e yaklaşık 20 kilometre genişliğindeki alan, taşkömürü rezervi yönünden zenginliğini korumaktadır. Havzada, Türkiye Taşkömürü Kurumu’na bağlı ocaklarda çalışan maden işçisi sayısı 9 bine, yıllık üretim ise 1 milyon 200 bin tona düşmüştür. TTK’nın galerilerinde ve redevanslı sahalarında taşeron şirketlerde çalışan işçi sayısı ve bu şirketlerin üretim miktarı ise artmaktadır. Uluslararası şirketler ve onların yandaşları bu coğrafya üstünde termik santral yapımı için parsel kapma yarışına girmiş bulunmaktadır. Hem de hurda santral aksamları ithal ederek. Hem de ithal kömüre dayalı santraller kurmayı hedefleyerek!
Bu süreç, havzada yaşayanların geleceğinin pek de meçhul olmayacağını gösteriyor. Kısaca, kurulması hesaplanan santrallerde uzun vadede havza kömürü kullanılacak ve çalışanlar da ölümüne mükellef olacaktır. Kısaca, uluslararası şirketlerin ve işbirlikçilerinin hesabı budur. Bu hesabı, mükellefliğe zorunlu bırakılanların birliği bozacaktır.