Aslında burada kollektif bir suç vardır. Yani TTK ‘da çalışan-çalışmayan tüm Zonguldaklılar bu suça az veya çok iştirak etmişlerdir. Merak etmeyin, bu konuda kendimi de ayırmıyorum. Benim de bu suçta payım vardır. Elbette hiç kusuru olmayanlar da vardır. Hatta bu Kurum'a hizmet uğruna canını bile verenleri de biliyoruz. Ama,bildiğiniz gibi, istisnalar kaideyi bozmaz. Yarası olmayanlar da lütfen bu yazımdan gocunmasın.
Suçun ağırlığına göre suçlu kesimleri sıralarsak, hiç şüphesiz politikacılar açık ara birinci sırada gelir. Bizim politikacıların Ankara’yla pek işleri olmadığı için tüm güçlerini TTK'ya ayırmaktadırlar.Güçleri Ankara'da başka bir şeye yetmediği için, güç gösterilerini TTK üzerinde yaparlar. TTK'nın yönetici kadrolarını atamak, işe adam aldırmak, yandaşlarını terfi ettirmek veya daha avantalı işlere kaydırmak, veyahut da onlara lojman tahsis ettirmek başlıca uğraşıları olmaktadır.
Başımdan geçen bir örnek vakayı anlatarak konuya devam etmek istiyorum. Sanırım bu örnek size politikacı müdahaleleri ile ilgili epey fikir verebilir.
1992 yılının Şubat ayında Özer Ölçer TTK Genel Müdürü olmuştu. Benim de içinde olduğum genel müdür yardımcıları 20 Mayıs1992 tarihinde göreve başlamıştı. Ben aynı zamanda yönetim kurulu üyesi idim.Yönetim olarak, Kurum'u içinde bulunduğu kötü durumdan kurtarmak için, öncelikle bir ''A'' takımı kurmak gerektiğini düşündük. Bunun için,hatıra gönüle ve siyasi eğilimlerine bakmadan mevcut en iyi elemanları değerlendirmek istedik. Fakat o sıralarda atamalar konusunda çok hassas olan Zonguldak'ta kazan kaynıyor ve iktidarın milletvekilleri, il ve ilçe yöneticileri, her zamanki gibi,makamlara kendi yandaşlarını getirmek için yönetime olağanüstü baskı yapıyorlardı.Şu garabete bakın ki, TTK'dan emekli olmuş ilk okul mezunu bir işçi olan iktidarın merkez ilçe başkanı, emekli olduğu Kurum'un genel müdürünün ve yardımcılarının atanmasında söz sahibi olmak için çok çaba sarf etmiş; bunu başaramayınca diğer üst düzey makamlara kendi yandaşlarını getirebilmek için ortalığı ayağa kaldırmıştır.
Yoğun mücadelelerden sonra nihayet Haziran ayı sonunda istediğimiz atamaları yapabildik. Ama ne oldu? İstedikleri atamaların yapılmadığını gören partililer, başlarında milletvekilleri, il ve ilçe yöneticileri olmak üzere, 3-5 otobüs dolusu insanla (Bunların arasında TTK'nın gerçek çalışanları yoktu.) Ankara'ya çıkartma yaptılar. Kelle isteyen yeniçeriler gibi, Genel Müdürü ve beni ''İstemezük!'' diye Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı'na ve Başbakanlığa baskı yaptılar.Bizi rakip partinin adamlarını göreve getirmekle suçladılar.Kendi adamlarını ise dışladığımızı söylediler. Ama yalan söylediler. Söyledikleri zahiri neden idi. Gerçek nedenler ise şunlardı: Çoğu Kurum'da işe gitmeden maaş almaya alışmış olan partililer yeni yönetimin kurduğu düzen ve disiplinden rahatsız olmuşlardı. Ayrıca, Parti iktidara gelir gelmez,her zamanki gibi, TTK yönetimine talimat yağdırmaya başlamışlardı. İstekleri tabii ki yine atamalar,lojman, terfi vs. idi. Olayı patlatan neden ise, S.B. isimli bir partiliye lojman alamamaları oldu.TTK'da sıradan bir işçi olan, ve üstelik babasının apartmanı olan bu delegeye Fener Mahallesi'nde müdürlere tahsisli 5 odalı bir lojmanı istemişlerdi. Bu nedenle Genel Müdür lojmanı vermeyince partililer bunu prestij meselesi yapmışlar ve Genel Müdür'e diş bilemeye başlamışlardı.Öyle ya,iktidarda oldukları halde bir partililerine lojman alamayacaklar mıydı? Sonra karizma çizilmez miydi? Mevzuat, liyakat,hak hukuk da neydi? Bu kavramlar elbette onların prestijlerinden önemli olamazdı! Atamaları bahane ederek akıllarınca Genel Müdür'den öç almışlardı. Ama esas zararı Kurum'a ve dolayısı ile Zonguldak'a verdiklerinin farkında mıydılar acaba?
Uzatmayalım, bu isyanın sonunda günde 18 saat çalışan çok değerli bir Genel Müdür (ne haliniz varsa görün! dercesine) istifa edip gitti. Bu arada beni de pasifize ettiler tabi. TTK ne mi oldu?Partililer işe 15.000 kişi aldıracağız diye seçim zamanı köy köy dolaşmışlardı; ama 40.000 işçi ile teslim aldıkları Kurum'u 4 sene sonra 20.000 işçi ile teslim ettiler. İşte partililerin müdahalesinin dramatik sonucu bu! Ailelerini ve çevrelerini de sayarsanız kaç kişiyi ekmeğinden ettiler, hesabını siz yapın!
Şimdi yukarıdaki örnek vakadan yola çıkarak politikacıların Kurum'a verdikleri zararları sıralayalım.
1-İktidara gelir gelmez ilk işleri TTK'nın yönetim kadrolarına el atmaktır.Atamalarda liyakat değil, yandaşlık ana kriter olduğu için yönetim kadrolarını zayıflatmaktadırlar.Bu nedenle de rasyonel yönetim,hiyerarşi, düzen, disiplin ve iş barışı ve motivasyonu gibi kavramlar zafiyete uğramaktadır.
2-TTK yönetimine baskı yaparak Kurum'a ihtiyaçtan çok daha fazla işçi aldırmışlardır. Öyle ki işe bile gitmeden maaş alan bir sürü insan türemiştir. Bu da TTK'da iş düzeni ve adaletini bozduğu gibi, bu fazlalıktan doğan giderler personel giderlerinin üstüne dev bir karabasan gibi binerek Kurum zararının büyümesinde önemli bir etken olmuştur.
3-Yine yöneticilere sürekli baskı yaparak kendi yandaşlarını, hakları olmadığı halde, terfi ettirme, daha hafif işlere verdirme veya lojman tahsisi gibi haksızlıklara sebep olmuşlardır.Bu da adalet duygusunu rencide etmiş ve çalışanların motivasyonlarını bozarak çalışma şevklerini kırmıştır; yani verimliliklerini düşürmüştür.
4-Bütün yükü TTK'ya verip kendileri Ankara'da Zonguldak için hiç bir şey yapmamışlardır. Daha önce de söylediğim gibi, yaptık dedikleri şeyler devletin her ile yaptığı rutin hizmetlerdir.
Bir de şu soruları sormadan geçemeyeceğim: TTK'yı küçültme politikaları sürekli gündemdeyken, bunu önlemek için politikacılarımız ne yapmıştır? Ayrıca,Zonguldak'ı küçültmek için Bartın ve Karabük Zonguldak’tan kopartılırken bizim politikacılar neredeydi? Acaba kıllarını kıpırdattılar mı?O zamanlar daha önemli neyle meşguldüler? Bunların hesabı sorulmayacak mı? Sorulmuyorsa Zonguldaklılar gidişattan memnunlar mı?
Şimdi de sendikacılara bakalım:Ben TTK'da yöneticilik yaptığım gibi 1,5 yıl kadar da sendikada teknik müdür yardımcılığı yaptım. Yani toplu sözleşmelerde masanın her iki tarafında da bulundum.Bu nedenle bu işlerin nasıl işlediğini de bilirim. Bir kere bizim sendikacılar ''ücret sendikacısı''dır. İş yerini kendi işyerleri gibi görmezler. Kurum zararına da olsa ne koparsalar kardır. Ama bunda da adaletli değillerdir. İşin ağırlığına göre ücret talebi yerine seyyanen zam peşinde oldukları için kazmacı,tahkimatçı,lağımcı veya tabancı gibi ağır işlerde çalışan gerçek çalışanları mağdur etmişlerdir. Bu nedenle ağır işlerde çalışan işçiler daha hafif işlere geçmek için sürekli torpil peşinde koşmaktadırlar. Ayrıca,toplu sözleşmelerde işveren tarafındakiler aslında esas işveren olan devletin sıradan memurları olduğu için, ve bunların cebinden bir şey çıkmayacağı için,sendikacıların bir çok gereksiz talebini kabul etmek zorunda kalmışlardır.Örneğin, Kurum'da gereğinden fazla sanat vardır.Öyle ki bir vardiyada toplam yarım saatlik işi olan sanatlar vardır. Ben genel müdür yardımcısı iken 1.000'e yakın sanat vardı. Bunu 250'ye düşürebilmek için rahmetli Şemsi Denizer ile günlerce süren pazarlıklarımız oldu. Düşünebiliyor musunuz bir iş yerinde 1.000 tane sanat ne demek? Bu lüzumundan çok fazla işçi istihdam etmek demektir.
1979 Yılında, Bolu'daki devletleşen madenlere müdür olarak atandığım zaman, o bölgeyi EKİ'ye bağlamıştık. Özel sektörden devir aldığımız işçileri yürürlükteki toplu sözleşmeye göre sanatladırmaya başladığımız sırada,özel sektörde basit 9 işi yapan bir işçinin yerine 20 işçi verdiğimizi çok iyi hatırlıyorum. Zira bu işçi oradaki işçi yurtlarında kalıyordu ve bazı işleri 3 vardiya yapıyordu. Toplu sözleşmeye göre bir sanattaki işçiye başka bir iş yaptıramadığınız için bu garabet durum ortaya çıkmıştı. Bunu fikir vermek için anlattım.
Yöneticilere gelince,işini iyi yapan,politikacılara karşı dik duran ve liyakatı olanları ayrı tutuyorum. Ama genel anlamda politikacılardan ve mahalle baskılarından etkilenmektedirler. Bu yüzden işin gereği olan radikal kararlar alıp uygulayamamakta ve düzene uymaktadırlar. Havza'nın çok geniş ve ocak açıklığının fazla olmasının yanı sıra, çok geniş tabanlı olan alt kadronun sevk ve idaresi ve disipline edilmesi hususlarında yetersiz kalmaktadırlar. Ayrıca,bir kısmı da terfi edebilmek için çok çalışacağı yerde,politikacılarla yakınlık kurmayı daha kolay yol olarak görmektedir. Bu tür kişilerin terfi etmesi diğerlerinin moral ve motivasyonlarını bozmakta ve onların da düzene uymasını kolaylaştırmaktadır.
Teknik kadro ise, düzenin bir parçası haline gelmiş olup kendi inisiyatiflerini kullanamaz durumdadırlar. Bu nedenle yetkileri ve dolayısı ile sorumlulukları ve otoriteleri de çok sınırlıdır. Bunun sonucu üreticiliklerini ve yaratıcılıklarını hayli yitirdiklerinden, Havza'da radikal ve verimli projeler yapılamamakta; yapılsa bile hayata geçirilememektedir. Teknolojik ve teknik uygulamalar asgari düzeyde olduğundan Havza modernize edilememektedir.. Havza'nın geri kalma nedenlerinden biri de budur.
Gelelim işçilere.Sendikal uygulamalardaki sakatlıklar ve yönetim zafiyetinin de sonucu olarak işçilik verimlilikleri çok düşüktür. İşe bile gitmeyen veya şöyle bir uğrayan işçileri hariç tuttuğumuzda bile; bir işçinin ortalama efektif çalışma saati vardiyada 3-4 saate kadar düşmüştür. İstisnaları tenzih ediyorum ama genellikle işçilerimiz işin başına ne kadar geç gidersek ve iş yerinden ne kadar erken ayrılırsak o kadar kardır zihniyetindedirler. Sonuç: Özel sektörde işçi başına verimlilik 3-5 ton iken Kurum'da 300-500 kiloya kadar düşmüştür.
TTK dışındaki kesimlerin tutum ve davranışlarını da özetleyecek olursak; halk genellikle TTK'dan ne koparsak kardır zihniyetinde olmuştur. Mahallesine camiyi, köyüne köprüyü yaptırmaya veya elektrik direklerini bile Kurum'dan temin etmeye çalışmıştır. İş adamları, tüccarlar, doktorlar, avukatlar velhasıl her kesim bu günaha ortaktır. Yine bazı küçük istisnalar dışında bunlar da Zonguldak’ta kazandıkları parayı Zonguldak’ta yatırım yapmaya çalışmamışlar; bu şehri adeta bir müstemleke gibi gördükleri için paralarını hep şehir dışına çıkarmışlardır.. Yani hep almışlar ama bir şey vermemişlerdir.Böylece altın yumurtlayan tavuğu kesmişlerdir.
Değerli okuyucular, konu çok uzadı. Aslında söylenecek çok şey var ama yerimiz dar.Şimdiye kadar bindiğimiz dalı nasıl kestiğimizi, kimlerin kestiğini, yani bu şehre kimlerin ihanet ettiğini anlatmaya çalıştım.Bir sonraki yazımda da TTK'yı nasıl kurtarabileceğimiz konusunu masaya yatıracağım.
Son söz:Bindiğimiz dalı kesme işine artık son verelim. Tam tersine Kurum'a ve Zonguldak'a sahip çıkalım. İhanet edenleri de iyi tanıyalım ve hesap soralım!..