Bahar kendini gösterip kaçmıştı. Ağaçlarla birlikte aldanmıştık. Soğuk, yağışlı, puslu günlerden sonra, o gün, güneşi gördüm, şımardım. Öğleye doğru doğaya attım kendimi.
Çenedağ havasına çevirdim göğsümü. Solum dereli parktı, sağım apartman dizisiydi, önümde aradan görebildiğim dağ... Spor ayakkabılıyım. Süzeceğim güzel havayı. Uykulu köpeklerin yarım göz bakışları, uyuşuk uyuşuk.
Dört yol ağzı. Durdum. İzmit, Körfez arası araç akışı. Aman Allah'ım! Ne çok taşıt!..
Araç markalarını gözledim beklerken. Hyndai, PEUGEOT, FİAT, RENAULT, FORD, CLIO, SKODA GHEVROLET, SANDERO...
Markadan anlamam. İlgimi çekti işte! Yerli ve milli ad yoktu araçların üstünde.
Sürücüler genelde gençlerdi. Kadın, erkek... Bizim gençlerimiz... Sevindim.
Bulvar köşeye erken daldım. Sürücü, saygıyla, geçişimi bekledi. El sallayarak ödüllendirdim davranışı.
Geçtim. Yolumun sağında, 1999 Depremi sonrası yapılan az katlı (üç katlı), bahçeli evler vardı. Doğal çitli evlerin çevresinde yürürken mutluydum.
Motor sesiyle geri döndüm. Kasklı, maskeli, iyi giyimli genç, kaldırımın dibinde, özgüvenli, motosikletten indi. Karton kutu üstünde ayranları gördüm.
Genç zile bastı, ben yürüdüm. Genci sevimli buldu benliğim. Ciddi ve temizdi. Doktor sorumluluğu sezdim işinde.
Güneş, temiz hava ve yürüyüş uyuşukluğumu gidermişti.
Birkaç yıl önce, yemyeşil Çenedağ, üflerdi temiz havayı göğsüme tam bu noktada. Şimdi iki site arasından görünüyor dağ hemen önümde. Üstelik sekiz on katlı kale gibi...
Kale düşmana yapılırdı. Bu kadar duman püsküren bölgede, yeşile, dağ havasına yakıştı mı bu iş! Üstelik üç katlı konutların üstünde. Tabii konut sahiplerine sözüm yok. Güle güle otursunlar yeşilin göbeğinde, çam kokusuyla.
Belediye başkanı adaylarına, seçim gezilerinde, bu güzelliğin kıyılmasına izin vermeyin demiştim. Olmadı. Onları da aştı herhâlde güç.
Yeşili, temiz havayı gizleyen betonların önünde sağa döndüm. İçimde mırıltı, hiç olmazsa az katlı, deprem konutları gibi...
Şu köpekler de ne uyuyup duruyorlar Allah aşkına!
Karar verici büyüklerime kırgınım. Bu yapılanmalara meclislerde onlar karar vermiş olmalılar. Bir de gençleri suçlayıp dururlar.
Bir zamanlar, parkta, torununa kızan dede, genelleştirip dökülmüştü:
"Hocam, bunlar iyi yetişmiyorlar. Geçen torunuma "mıh"ı sordum, bilemedi. Bunlar iki koyunu güdemezler. Vah Türkiye'nin geleceğine. Bunlara memleket... "
O zaman savunmuştum, çocukları, gençleri. Şimdi de savunuyorum. Biraz önce gördüm onların araç kullanışlarını, ciddi iş yapışlarını. Onlar, şu anda, yeni teknolojiyi, bilişim ağını saat gibi işletiyorlar. Sağlıkta, güvenlikte kanıtladılar kendilerini. Göklerde kuş gibi uçuyorlar.
Dede, kullanamadığın bankamatik kartını, bilgisayarı güvenle emanet ettiğin torununu bir mıh için suçlama. Suç varsa köyünü terk edişte, kent yaşamını hak edemeyenlerde ara. O çocuk da çok severdi at üstünde yürüyüşü. At mı bıraktın da mıh soruyorsun?
Betonların arasında dağı selamlıyordu minare.
Yapımı süren Ahmet Yesevi Camii beni taşıdı sevgiye. Ne güzel! Dağın eteğinde Ahmet Yesevi düşünmek... Güzele, doğruya, sevgiye, betonsuz günlere, çadıra bile değil, toprağa...
Yürüdüm. Hava güzel!
Sınıflarda şeref köşeleri vardır. O köşelerde Türk bayrağı, İstiklâl Marşı, Atatürk resmi, Atatürk'ün Gençliğe Hitabesi bulunur. O ortamlar çocuklara, gençlere, ne duygular, ne düşünceler verir? Bir düşünün!
Ahmet Yesevi'yi, Yunus'u, Mehmet Akif'i, Atatürk'ü dilden düşürmeyen biz büyüklerdik suçlu! Gençler suçsuzlar, inanın! Havayı, eğer bozuksa, biz bozduk. Maneviyat övdük, maddiyatta yarıştık. Yarıştırdık, kapıştırdık. Bozuk gençlerde kendimizi temize çıkaramayız!
Görev, yetki kimdeyse suçlu da ödüllü de odur. Şu güzelliğe bakın!
Yürüdüm. Çevrenin güzelliğinde güzel şeyler düşündüm. Güzellik beni koruyuculuğa itti. O kadar! Karamsarlık mı? Yo! Tam tersi!
On beş, yirmi dakika dışıma çıktım. Yürüdüm, yürüdüm. İnadına, uyuyan köpeklerin kulaklarına, kuyruklarına kadar yaklaştım. Yürüyüşçü kardeşlerle selamlaştım.
Kötülük yoktu çevrede. Yerlerdeki boş plastikleri, maske eskilerini, kâğıtları atanlara kızabilirdim. Kızmadım. Biraz sonra temizlik görevlileri temizlerlerdi. Bu konuda donanımlı araçlar vardı devrede. Yeter ki istensin!
Oh be! Çevre ruhu yatıştırıyor! O iç konuşmalardan korkmayın! En büyük korkuyu düşünememekte, konuşamamakta arayın.
Yürüdükçe rahatladım, dinginleştim. İçimdeki adam da sustu.
Yol ayrımında, bir hışırtıyla uyandım. Çocuk-genç çöplükte çalışıyordu. Akı kaybolmuş araba bidonun önündeydi. Çocuk-genç, işine yarar atıkları ayırıyordu.
İşine vermişti kendini, bir doktor gibi, bir şoför gibi.
Bu işçilere hayranım ben. Hele o ciddiyet çok değerliydi. Ekonomiye müthiş bir artı değer katıştı bu!
Tabii, bu çocukların yaşlarına uygun eğitimi alamayışlarına, olmaları gereken yerlerde olamayışlarına üzülürdüm. Bu bakışla o insanları daha çok sevdim, onları daha da değerli buldum. Bakışlarını kaçırmasalar onlarla hep söyleşecektim.
Bu kez bakıp geçemedim. Çocuğa, selam verdim, kolay gelsin, dedim. Alışık olmayan genç, durumu yadırgadı. Ona:
"Ben yazı yazıyorum. Yazdığım yazıları bir yerlerde paylaşıyorum. Bir fotoğrafını çekip paylaşmama izin verir misin?" dedim.
Hiç konuşmadı. Yana çıktı. Herkes gibi poz verdi. O güzel görüntüyü kaçırmadım. Olduğu gibi çektim. Kendisine teşekkür ettim. Sonra bir başka iş yerine doğru gitti. Markasız arabanın peşinden baktım, baktım.
Dedim ya! Ben, gençlerimize, hep güvendim, güveniyorum. Tanıştığım emekçi genci, bir gün, o markalı arabalardan birinde görürsem şaşırmam.
Köpeklerin, güvercinlerin doluştuğu alana bakan banklardan birine oturdum. Güvercinlerin didişmelerini izledim.
Bir kadın, güvercinlere yiyecek verdi. Güvercinlerin hareketleri yanındaki çocukların hoşlarına gitti. Çocuk ve kuş cıvıltılarıyla mutlu oldum.
Bankamatik kuyruğundan kasap sırasına geçtim. Kasaptayken İçeriye heyecanla giren bir genç:
"Benim kolilerim hazır mı?" dedi.
Gösterilen koliyi alırken:
"Köpekler için hazırlanan..."
Çok güzel! Gençler çevreyi bütün olarak algılamaya başlamışlar. Sevindim.
Aslında şeref köşesi izlenseydi, gençlere, sorumluluk, yetki, görev yolu yeterli açılsaydı ne güzel olacaktı. Bizden olsun diye şişirilmiş yetersizlere bakıp korkmayın. Çevremizde doğalın akışında çok genç var.
Dedim ya! Gençlere güveniyorum. Siz de güvenin! Bir tek bu yurdun, bu ulusun değerlerini, hak etmeyenlere bol keseden dağıtmayın, yeter.
Korkmayın! Geleceğin Türkiye'sinde bir kedi, bir köpek bile aç kalmayacak.
Yazımı gözden geçirip bitirirken kulağım televizyondaydı. Televizyonda ünlü bir ilahiyat profesörü imam nikâhını ve parayı kötüye kullananları uyarırken:
"İslam dünyası, kadın ve para konusunda sınıfta kaldı." diyordu.
Ah be! Bunu derken, bir kez de olsa, Atatürk'ün ve Cumhuriyet'in kadınlara getirdiği haklara değinebilse... Gençler de ışık görebilseler...
Hep birlikte çıksak yürüyüşe.
Güzelliklerimize ve gençlerimize güveniyorum. Yeter ki iyi örnek olalım.
Bahar tadında günlere...