“Benim babam çok iyi insandır. Onu çok severim. İlkokul öğretmeniydi. Ancak, maaşı düşük olduğundan öğretmenliği bırakmış, daha iyi bir maaşla başka bir kurumda işçi olarak çalışmaya başlamıştı. Faka, öğretmenliği çok sevdiğinden, bir yanı hep öğretmen olarak kalmıştı. Bu sebepten dolayı da, her akşambeni mutlaka ders çalıştırırdı. Özellikle de matematik. Bu dersi sevmediğimden ilgim azdı ve onu pek dinlemezdim. Her günde konuları tekrar ederdi. Anlatmadığı yerlerden de soru sorardı bana. Yahut bana öyle gelirdi. Ben de cevabını bilemezdim. Dayağıda yerdim. Artık alışmıştım. Her sorudan sonra gelecek dayağı bekler olmuştum. Yine öyle bir soruyu cevapsız bırakmıştım ki gözlerimi kısıp, ellerim başımı korur halde dayağı beklerken tuhaf bir şey oldu. Babam beni dövmedi. Enteresan ve şaşılacak bir durumdu. Odama gittim başladım katıla katıla ağlamaya. Babam hışımla odaya girdi. Bana: ”Ulan hergele dövmeden ne diye ağlıyorsun ?” deyip başladı yine bitmeyen senfoniye. Fırsatını bulup: “Baba, baba bir dakika! Ben niye ağlıyorum biliyor musun? Mutluluktan, baba mutluluktan… Beni sürekli dövüyordun ya, ilk defa soruyu bilememe rağmen dövmedin baba, dövmedin… İşte onun için ağlıyorum. Sevinçten…” Babam bir an duraksadı, başını öne eğdi ve mahcup bir şekilde sessizce çıktı. Ve biliyor musunuz, babam o gün bugün beni bir daha hiç dövmedi arkadaşlar…
Bu gerçek hikâyeyi, kızımın öğrencisi, sınıfının huzurunda kendisine verilen ödevi dolayısıyla anlattı. Sözlü sunum ödevinin konusu: ”Saygı, sevgiyle mi yoksa korkuyla mı gerçekleşir?” Burnumun kemiğinin sızladığını, yaşanmış bu hikâyeyi kaleme alırken bile ellerimin titrediğini fark ettim. Mesleğini çok severek yapan edebiyat hocası melek kızım Ceren’in, daha birçok hikâyesini sizlere aktaracağımı sanıyorum. Yaşanılan öyle farklı hayatlar var ki…
Üniversitede okuyan bu evladımız gibi, birçok çocuğumuz, baba dayağı yüzünden evden kaçmalarına rağmen, bir sebepten evden uzaklaştıklarında ise en çok özledikleri de babaları oluyor nedense… Acaba sebepli dayak yiyince helal mi oluyor, ana sütü gibi… Hayır, ben bu durumu kabul etmiyorum. Döven baba ne sevgiyi, ne de saygıyı hak eder. Dayağı terbiye kabul eden hiçbir babayı “baba” olarak kabul etmiyorum. Hani bir tabir vardır: ”Olsa olsa iskele babası olur.” diye. Hah… öyle işte. Diyeceksinizki, siz hiç mi babanızdan dayak yemediniz? Yemedim. İnanın belleğimde böyle bir şey hiç yok. Ufaktefek, bir iki tokat ya da kulak çekmesi olmuş olabilir. Ama hatırlamıyorum bile. Benim mağrur, yorgun bakışlı ama yüreği dimdik ayakta olan babam. Anam ile birlikte bizi yetiştirmek, okutmak için az mı uğraştı. Üzdüysek biz üzmüşüzdür onları. Onlar ise, asla! Yıllarca köle oldular bizim için. Şimdi sıra bizde. Bundan böyle biz onların kölesiyiz!
Baba ile dayağı nerdeyse özdeşleştirdik. Sanki analarımız dövmedi zamanında bizleri. Dövdü mü sizce? Dövmedi tabi ki… Onlar sığınılacak kaleydi hep. Analarımıza yakışan sözcükler, dayak değil; şefkat,sevgi ve sıcaklık olur ancak. Tamam dayak atmazlar, ama uzun mesafeden tam isabet eden bir çift terlik atarlar hani… Varsın o kadarı olsun artık.
Tüm babalara, annelere sevgi, saygılarımı sunuyorum. Sesleri, nefesleri yeter bize...