Başlığa bakınca böyle bir durumun var olup olmayacağını sorguluyor insan beyni. Bu kelimeden hareketle nasıl bir kavramla karşı karşıyayız bir bakalım.
Sorumsuzluğu izah etmeye gerek yok elbet ve pek tabi ki sorumluluğu da izah etmeye gerek yok bu satırlarda. Eskilerin tabiri ile salahiyet makamında oturanların yasa ve diğer alt düzenlemelerle sürdürdükleri görevleri sırasında tabi oldukları hukuki zemin “ Görev ve Salahiyetleri” kavramının başlığa tutuşturulduğu bir alan ile muteberdir. Öyle ki bu alanın dışına çıkıldığı veya kötüye kullanılarak, kamu menfaatlerinin sekteye uğratıldığı durumlarda bu hukuki zemin sizi başka bir hukuki zemine taşır ki buna hesap verebilirlik ve yargılama zemini diyoruz.
Şimdi bu kavramların ülkemiz koşullarındaki ahvaline bir bakalım. Bugün ne tür bir sorun veya çözüm ihtiyacı ile karşı karşıya kalırsak kalalım herkesin karar alma noktasında tek bir yerden işaret alma gereği duyduğunu görmekteyiz. Kamu, ülkenin neresinde olursa olsun yetkili kurul, makam ve daireleri eli ile yürüttüğü her işte sadece bir noktadan icazet veya talimat alma zaruriyeti ile karşı karşıya bırakılmış durumdadır. Bir bölgede bir tesis mi kurulacak, bir arazi bir kişi ya da kuruluşa mı tahsis edilecek, bir bölgeye bir yatırımcının ilgisi var da o yatırıma mı dönüştürülecek, yaşamsal öneme sahip konuların yasalaşması mı gerekecek, bir yasa tasarısı ilgili idare tarafından TBMM’ye mi gönderilecek veya daha enteresanı iktidar Milletvekili bir konuda yasa teklifi mi verecek, ülke ulusal güvenliği ve buna dair bir karar mı verilecek, herhangi bir ülke ile olan ilişkilerde diplomatik bir faaliyet mi yürütülecek, uluslararası bir antlaşmanın devamı veya sonlandırılması mı gerekecek ve hepsinden daha vahimi ulusal veya uluslararası hukuk çerçevesine girmiş bir konunun hakkında “Yüce Türk Milleti Adına” verilmiş bir karar tekrar gözden mi geçirilecek veya uygulanması zamana mı yayılacak işte tüm bu konular bugün ülkemizde tartışmasız bir şekilde tek noktada toplanmış bir haldedir. Yani her şeyin salahiyetini alıp, hiçbir uygulamanın akıbetinden sorumlu olmamak durumu.
Ülkemizin ve dünyanın oldukça ağır sorunlarla uğraştığı bir dönemden geçtiği muhakkak. Hatta ben daha ileri bir savda bulunmak isterim ki; topyekûn bir savaşın ayak seslerini duyuyor gibiyim. Covid-19 salgınının son evresinde üç yıllık verimsiz ve üretimden uzak yaşayan Dünyanın artık ekonomik açıdan nefes alacak hali kalmamışken, öz kaynaklarını iyi yöneten ülkelerde sorunun daha hafif hale geldiğini ancak öz kaynaklarını iyi yönetemeyen toplumlarda ise yüksek enflasyon ve ekonomik resesyon tehdidi ile karşı karşıya kalındığını gözlemliyoruz. Tüm bu işaretlerden yola çıkarak ve Ukrayna-Rusya, Bosna-Hırvatistan-Sırbistan, Çin-Japonya, Çin- Güney Asya ülkeleri, Çin-Amerika, Suriye-Irak ve Türkiye üçgeninde yaşananlar, Akdeniz’deki doğalgaz paylaşımı sorunu, Kuzey Avrupa’da Finlandiya-İsveç ve Norveç’in Rusya karşısında duyduğu ulusal güvenlik endişeleri, Güney Amerika ülkelerinde yaşanan iç karışıklıklar ve Sri-Lanka örneği gibi tüm veriler bize topyekûn bir krize sürüklendiğimizi anlatmaktadır. Dünya yaşadığı iki büyük savaştan daha ağır koşullara doğru sürüklenirken ülke kaynaklarının rasyonel kullanılmaması ülkemiz için çok büyük bir tehlikenin de habercisidir.
Bu noktada sorumsuzca kullanılan sorumluluk makamları, halkımızın geleceği üzerinde Demokles’in kılıcı gibi durmaktadır. Çözüm ortak akılın kullanılmasıdır. Bunun örneği ise 1. Dünya Savaşından tüm kaynaklarını yitirmiş olarak çıkan bir Ulusun istiklal mücadelesi ve bu mücadeleyi verirken gücünü aldığı yerin Türkiye Büyük Millet Meclisi olmasıdır. Sorumluluğun paylaşılarak hafifletildiği rejimin adı Parlamenter Demokrasidir. Ülkemizde behemehâl yapılması gereken iş Meclisin hesap sorma ve denetim yetkilerinin derhal yerine konmasıdır. Salahiyetin sorumsuzca kullanılması hata katsayısı yüksek ateşten gömlektir.
,