İzinli olduğum bir hafta, gündüz programlarını izleme fırsatı buldum TV’de. Bir evlendirme programına denk geldim. Yalnız insanlara dair iki trajikomik öykü vardı. Uzun zamandır yazmak istiyordum da bir türlü A4 kağıda sığdıramıyordum. Ben de çareyi ikiye bölmekte buldum. Birincisi bu hafta, diğeri kısmetse haftaya yer alacak köşemde.

Ünlü bir çift sunuyordu programı. Başlangıçta, bu ikisi epey bir süre, programlarını övüp, diğerlerini kalitesizlikle itham edip durdu. İlgimi çekti. Yoksa ben de herkes gibi(!) bu tür programları hiç izlemem, benim için varsa yoksa belgesel, haber ve tartışma programlarıdır. Peh! İzlenmese bu programlar, bu kadar sürer mi yahu? Bu tür söylemlerle sadece kendimizi kandırdığımızı biliriz ama çoğumuz nedense böyle açıklama yapma gereği duyarız. Programa müracaat edenleri küçümsedim ilk başta. Gerçek hayatta beşeri ilişkiler dersinden sürekli "otur sıfır" alanların suya düşünce sarıldıkları yılandan başka bir şey değilmiş gibi geldi. Koskoca insanlar daha kendilerini tanımamışlarken, burada karşılarına çıkacakların dışına bakıp içini nasıl bilecekler de o kişiyle yola devam edebileceklerdi. Bana göre bu tam anlamıyla cahil cesareti denen şeydi.

İlk önce bir kadını aldılar programa. Kadının fazla yıpranmamış ve kokoş haline rağmen 55 - 60 arası bir yaşta olduğu apaçık belliydi. Tombuldan hallice, boylu poslu, saçı başı, makyajı yerinde bir hanımdı. Sunucu, kadına, "Bak az önce arkada -Ay kaç gündür burdayım bir talibim çıkmadı, gidecem artık sıkıldım- diyordun, ama bugün sana bir talip var şimdi o beyi telefona alacağız” dedi. Akabinde talip olan bey bağlandı. Kendisini tanıtması istendi. Sesi bayağı hoştu ve kendinden emin bir tonlamayla konuşuyordu. Mimar olduğunu ve bir bürosu olduğunu söyledi. Yaşı da kadına denkmiş. Bekar mıymış dul muymuş orasını kaçırdım ama epeydir gözü takılıyormuş bizim kokoşa, beğeniyormuş da, bugün nasip olmuş aramış. Şimdi sıra geldi bizimkine, ilk soru malum. "Aylık geliriniz ne kadar?" Bu soru karşısında adam bir an durakladı ve "Büro işi bu, Allah'a şükür kazanıyorum, maddi sıkıntım yok." dedi. Sonrasında bizimki "Peki, siz benim kriterlerimi biliyorsunuz değil mi?" hatırlatmasında bulundu, suratında o ahmak -kolay lokma değilim- ifadesiyle. Tam olarak bilmediğini söyledi adam. Bizim terelelliden gecikmeden, karakterindeki hezeyanı teyit ettiren ikinci soru geldi "Yat'ınız var mı?" Mimar, "Yok maalesef" dedi. Peşinden bizimkisi "Ama ben yat istiyorummm" diye şımarık bir tarza girince, cevap telefonun kapatıldığına dair sesle geldi. Dıt dıt dıt. Demek ki görüntüsünü beğendiği kadının kriterlerim dediği ahmakça talepler karşısında diyecek bir şey bulamadı ve kimsenin zaman kaybı olmasın diyerek kapattı telefonu. Nasıl kötü oldu, nasıl bozuldu bizimki bilemezsiniz. Sunucu elinde olmadan, asabi bir acelecillikle "İşte bu yüzden aramıyor seni kimse" deyiverdi. Bizim 55+lık tayyare ise "Ama ben neysem oyum yani, benim kriterlerim bunlar allaala, yatı olmayan biriyle yapamam" diyerek  düştüğü çukurun dibine dibine girme ısrarından vazgeçmedi. Yolladılar gitti kokoş, yatı olan birini bulma umuduyla. İfrit oldum. Madem bu programa çıkacak kadar çaresiz hissettin ve öyle ya da böyle bir umudun var bari biraz mütevazı olsana sen. Onca yıl yaşamışsın, sonunda vardığın noktada, mutluluğun anahtarı  bunlar mı yani. YAT, KAT he mi? Yazık. Sen bence, yat kalk adam sana saydırmadı diye dua et.

Dediğim gibi, küçümsedim ilk başta. Sonra umut peşinde geldikleri noktada acıdım insanlara. Kadına bu toplumda erkeğin bir adım gerisinde bir yaşam biçildiğinden, onun bunun eline bakarak yaşayanların, elzem ihtiyaçlar için, sigorta ve üste kayıtlı ev taleplerini anladım. Evin varsa ben yuva haline getiririm ama sen de benim aşımı ilacımı temin edersin diyordu kadıncağızlar. Bir nevi arz talep meselesi. Bu programların çoğu amacından sapmış halde. Bir sürü insan medyatik olma peşinde belki, ama bir çoğu da gerçekten acziyet içerisinde. Kulağımda kalan bir bilgi var. Zonguldak'ta bir mahallede emekli ve yalnız beyler toplanıp valiliğe dilekçe vermişlerdi bir zaman. Dul kadınların maaşı kesilsin, evlenmiyorlar bizlerle diyerek. Toplumsal boyutu da var konunun. Ona girmek haddimi aşar. Zaten girsem de çıkamam. Bu noktada bizim kokoş gibilerine hayret ettim sadece.

Her yaşın insana kattıkları vardır. Olgunlaşmak dünyaya gelen her canlının gelişim sürecinin önemli bir parçasıdır. 50 küsur yıldır yaşamışsan bu süreci çoktan bitirmiş olmalısın. Belki bir çok kişi için bu kabul edilemez bir cümle olacak ama artık gözün biri toprağa bakmaktadır. Denizler dalgalanır, dalgalandıkça maddi değerler erir gider ve sonunda suyun üstünde manevi değerler kalır ki, onlara tutunup dibi boylamayalım. Kalmamışsa, insanında karşısına, kendisi gibiler çıkar. Sonrasında ise malum, yine oltaya adına mutsuzluk denen eski bir postal takılır, adına mutluluk denen canlı bir balık yerine. Hangi maddiyat huzuru satın alabilir, "Seni özledim" diyebilir, "Ssana bir şey olursa yaşayamam" dedirtebilir. "Bana çaya gel" ya da "Seninle konuşmaya ihtiyacım var" cümleleri kaç paraya denk gelir. Hiç paraya.

Yalnızsan ve sana biçilen ömrün geri kalanında bir insan nefesi istiyorsan yanında, bu amaca ulaşmak için seçtiğin yola eyvallah. Ama maddiyat karışınca işin rengi de adı da değişir ve artık ALIŞVERİŞ olur. Muhabbet başka bir şeydir. Bunu yakalamaya çalışsak ya. İnsan, ilişkilerinin gül cemalini maddiyat çekiştirdikçe çirkinleştirmektedir. Haftaya aynı programdaki, bu defa bir erkeğe ait öyküyle devam edeceğim. O zamana kadar muhabbetle kalınız.