Konuk Yazar Cenk Kaplancan Halkın Sesi için kaleme aldı:
 

            Bir kentin kaderinde daha ne kadar yaşanabilir vazgeçilebilir olmak. Örneğin gençleri vazgeçip giderse yada kendini oraya ve iklimine ait olarak düşünen bir gönül insanın vazgeçip gitmesi ne kadar anlayışla karşılanabilir. Niye bu kadar kolay vazgeçilebilir bir kentten? Bir terminal düşünün yıllar içerisinde valizini alıp giden hiçbir gencini veya aydınını geri gelmemek üzere göndersin. Hatta bu öyle bir yazgı olsun ki bu şehirde adını duyurup burada zengin olan yatırım değeri elde etmiş sanayici ve işadamını kaybetmiş olsun. Veya hiç o kadar uzağa gitmeden yegâne gelir kapısı olan bir işletmede yıllarını verip emekli olmuş ancak emekliliğini bile bu kente ayırmamış olsun. Geldiği gibi değil içinde bir sürü iyi, kötü veya yıkık dökük anı ile başı arkada gözlerinde ayrılık hasreti ile hep geçmişte yaşadıklarını hatırlayarak ve uzun uzun dalarak ayrılsın kentinden.

         Bir rüya gibi geçip giden gençliğinden geriye ak düşmüş saçlar ve birde bu kentin aydınlık ve asayişi berkemal ortamında yetiştirdiğin evlatlarına en güzel geleceği hazırlayabilecek okulları kazandırması dışında bir kazanımın kalmamıştır ardın sıra. Ama tüm eşyaların gibi aklını ve anılarını alıp gidemezsin bu kentten. Bir kere on yıllar boyu elde edilmiş dostluklar, arkadaşlıklar hatta akrabalıklar vardır arkanda. Mesela oğluna, kızına düğün yapmaya kalksan en çok posta Zonguldak’a gider bilesin. Büyük kentlerin şaşalı otellerinde çok kalabalık düğün veya nişanları yapsan da o eğlencede kızının veya oğlunun Zonguldak’taki en yakın arkadaşlarını ve onların kadim dostların olan ailelerini arar gözlerin. Ve hatta kapıdan salona girdiklerinde gözlerinden hasret dolu gözyaşları dökülür ansızın. O an salonda her şey durur ve iliklerine kadar gençliğinden bir rüzgar hissedersin, Kapuz, Kilimli, Karadon, İnağzı, Kozlu, Kılıç, Site, İncivez, Ontemmuz, Yayla, Üzülmez, Çınartepe, Rat, Çaydamar, Soğuksu ve Rüzgarlımeşe’den gelir o esinti burulur sevinir ve koşar adım kucaklarsın Zonguldak’ı. O an senin için düğün yeni başlamış olur, en çok kadim dostlarının Zonguldaklıların masasına takılır gözlerin, o an şimdi evlenen evladının ilk adımları ve komşu teyzesinin sevinci gelir aklına, ağlamaklı gözlerle boynunu büker derin derin dalar gidersin dostlarına. Hiç kalkıp gitmesinler istersin, daha ne kadar buradasınız diye soracak olursun, kısacık bir anlık birlikteliğin haberini alınca burulur yüreğin. Zira düğünün bitecektir, çiftler gidecektir ve sen koskoca şehirde yapayalnız kalacaksındır. Oysa öyle midir Zonguldak’ta? Çiftler gidedursun anne baba emanettir dostlara, Zonguldak’a ve yılların dostluklarına. Hiç yalnız kalmadan yaşarsın günlerini devamında.

         Oysa vazgeçmişsin Zonguldak’tan şimdi. Senin gibi vazgeçenler de az değildir. Ama gitsek bile dışarıya aklımızda hep Zonguldak, martılar, liman, fener ve günbatımı vardır. Bazılarımız telefonuna arka plan yapmıştır o kızıl gün batımını. Hele en çok bilineni liman ağzından titrek deniz yüzeyine lav döker gibi kızıl nar topunun düşüşüdür.

          Dünyayı gezsen bile etkisinden çıkamazsın bu şehrin. Acapulco sahillerinde bile sanki Emirgan’dan Zonguldak’ı görürsün, hele Monaco veya Sardunya’da adeta tersane, orta Kapuz ve Büyük Kapuz üçlemesini görür gibi olursun. Oradaki her yabancıya ilginç gelen sana kapuz dolmuşundan aşağıyı seyrediyor izlenimi yaratır. Emirgan’dan aşağıya inerken aşağıdan geçen tren çeşitlemenin zirvesidir. Dünya’yı gezsen böyle bir denizle kucaklaşmış tünel ve tren yolu görmen çok zordur. İçinde yaşarken anlamazsın değerini, hep ıslak, hep gri gelir kimi zaman sana, belki de sisli günlerinde çok canın sıkılmıştır. Ama bilesin ki uzaklarda olduğunda aklına hep duvarlardan çıkan ağaç fidanları gelir, hatta şehrin limana uzanan raylarındaki lokomotif düdüğü çınlar kulaklarında ve hiç aklından çıkmayan “taze gevrek simit” diye bağıran çocuklar.

         İşte vazgeçtiklerimiz bunlardır. Bu kentin kaderinde hep vazgeçilmek vardır belki ama o aslında seni vazgeçtiğine hep pişman edecek kadar alçakgönüllü karşılar seni. Her dönüşün aslındaki sonraki gelişine de rezervasyon gibidir. Bir dahakine her ne için geleceksen tüm yapacakların adeta planlanmıştır. Çünkü o kendinden planlı bir şehirdir. Arkadaşların, dostların ve tüm yakınların bir dahakine yine seninle olacak kadar sıcaktır hep. Şimdi kendinden bu kadar kolay vazgeçemeyeceğimizi daha ne kadar net anlatabilir Zonguldak. Yazdan kışa, kıştan bahara her mevsim sana sunacağını hiç esirgemeyen bir kent için yapabileceğimiz yegane şey vazgeçmemektir. Günün birinde ışıklarda uyuyacak olursan hiç bilmediğin bir kentin hiç bilmediğin yaşamlarını yaşamış fanileriyle yan yana mı olmak iyidir, yoksa her gün en azından şirket servisinde veya pazaryerinde karşılaştığın bir fani ile mi olmak vardır yan yana. Ona gelen duacılarının bir de sana dua okuması mıdır anlamlı olan? Belki seni en az hayatında bir kez görmüş birisinin duacı olması rahatlatmaz mı ebedi ruhunu. Biz bu kentin insanı ruhu değil miyiz? Vazgeçmek mi, yoksa oradan hiç kopmamak mı vefa? Belki de bazen büyük şair Orhan Veli’nin şu dizeleri çınlar kulaklarımızda.

Deli eder insanı bu dünya;
Bu gece, bu yıldızlar, bu koku,
Bu tepeden tırnağa çiçek açmış ağaç

Tüm benliğimizle hissettiğimiz geçmişimizle birlikte defne ağaçları, gece sefaları, hanımeliler ve ortancaların dans ettiği Zonguldak’ı tarif ediyor sanki değil mi?
 
               
                                                                                                        Cenk KAPLANCAN
                                                                                                        İstatistikçi- Yazar
                                                                                                            30.09.2020