Dostlarımla, deniz kenarında, siyasetten, yalandan, dolandan uzak samimi bir sohbet yapmaktayız. Eski “Sürmenin” yanında biraz nostaljik, birazda gelecekten söz etmekteyiz. Nerdeyse hepimiz ellili yaşlarda, saçlarımız kırlaşmış, yüz hatlarımızda çizgiler iyice belirlemiş, hareketlerimizde de ağır çekim hali var. Önce, evlenen çocuklarımızdan, sonra da torunlardan bahsettik. Gözlerimiz zaman zaman denize, gök yüzüne oradan da geleceğe takılı kalmakta. İşte o anlar gülen yüzümüzde belirsizlik ve endişe hakim olmakta. Anıları anlatırken heyecanlanan yüreğimiz, gelecek deyince karanlıklara gömülmekte. Her birimizin ağzından dökülen cümleler hep aynı :”Eyy…gidi günler.”

Bugün, emeklilerin ve gençlerin oturak yeri, oyun ve sohbet alanı olan bu Zonguldak’ın “Gordon Boyu” geçmişte bizim ekmek teknemizdi. “Artistli Meltem çikletleriii…” diye bağırıp sattığımız çikletler; “Boyayalım abi, pırıl, pırıl yapalım” sözleri ile boyacılık yaptığımız anlar;”Taazee… simit, Ankara’nın unundan, Eskişehir’in fırınından…” diyerek avazımızın çıktığı kadar bağıra, bağıra sattığımız simitler, şimdi bir, bir canlandılar gözümüzde…Öyle değil mi sevgili abim, Engin kardeşim, Nurettin’im, İsmail’im ve de Kemalim ? Kara akan deresine ne şiirler yazmıştık ? Hele de “kara elmasına”…Siyah, bizim için kara bir renk hiçbir zaman olmadı. Onun yanına illa ki, doğanın en güzel rengini yani yeşili, yemyeşili mutlaka katardık. ”Üstü yeşil, altı kara benim güzel Zonguldak’ım” diye başlamaz mıydı tüm şiirlerimiz…Sattığımız simitlerin parasını nerdeyse her evde mutlaka var olan kumbaramıza atarken ne mutlu olurduk bilir misiniz? Hele de, içindeki çikletleri sattığımız teneke kutularını annelerimize verirken duyduğumuz mutluluğu tarif etmek mümkün mü? Onun içine koydukları el işleri yumaklar hatıralarımızı süslemekte . Dışında mutlaka bir ünlü artistimizin resmi olurdu. Ya Türkan Şoray, ya Hülya Koçyiğit ya da Sevda Ferdağ…Bak  şimdi ağladım yine…Yüreğim sıkıştı, burnum sızladı, aha da bak göz yaşlarım klavye tuşlarına düştü bile…İnşallah yine bozulmaz benim emektar bilgisayarım. Dur hele seninle daha nelere şahit olup ne hikayeler yazacağız…Ömrümüz yetince, nefesimiz var oldukça tabi ki…

Bu sahil kıyısı böyle işte. Hemen anılar canlanıyor, heyecanlar artıyor. Burnumuza gelen kömür kokusunu duymuyoruz bile. Limandaki pet şişeleri, çöpleri görme bile görmüyoruz. Eskiden sandalla gezdiğim bu limanda ve hatta yüzdüğümüz denizine dokunmasak bile varlığını hissetmek dahi yetiyor bize. Anılarla yaşıyoruz desem sanırım sizleri yanıltmamış olurum. Heyy sanırım ben fazla dalmışım. Dostlarım  farklı şeylerden bahsediyor. Durun hele bir kulak vereyim de konunun bir ucundan yakalıyayım.Oooo..sevmediğim konular. Yine mi hastalık? Her dört aileden birinde kanserli hasta varmış. Kömür tozu, kalorifer dumanı sisi pisi önemli değilmiş.Eee..neymiş önemli olan? Yahu pis havadan nefes alamıyoruz. Daha bugün hastaneden ciğerlerinden rahatsızlanan bir arkadaşımı ziyaretten geldim. Daha ne olsun? Doğalgazda geliyor. Duyduğuma göre çok yakın bir zamanda her yere bağlanıyormuş. Daha ne istiyorsunuz kardeşim?

Meğerse kötünün daha kötüsü hatta daha da kötüsü varmış. Neymiş ? Termik santrallerin doğaya saldığı gazlar diye cevabım olur. Evet bu öyle sise, mise, kömür tozuna benzemiyor. Çektiğiniz her nefeste bu zehir ciğerlerinize yapışıp kalıyor. Kolay mı kükürt di oksiti, azot oksiti, karbon mon  oksiti ve hidro karbonları vücuttan atmak? Külünü dahi girdiğimiz denizden dolayı vücudumuzdan zor temizliyoruz, bu zehirli gazları içimizden nasıl temizleyeceğiz? Öyle yalandan yere basın toplantılarında yok şöyle temiz, böyle temiz enerji diye de kimseyi kandıramazsınız bunu da bilesiniz. Hadi filitrasyonuna, bakımına-onarımına itinayı, hassasiyeti ve çevreye zararı minimuma indirdiğine emin olduğumuz devlete ait termik santrala güvenimiz tam. Zaten 1948 yılından beri ülke ekonomisine olumlu katkıları olan ÇATES ‘in kurulu gücü 300 MWat. Yani küçük diyebileceğimiz bir santral. Peki şu anda kurulu gücü 1390 MWat olan ve ilerde de buna 1100 MWat daha güç eklenecek özel santralın doğaya salacağı gazların zararının neler olabileceğini ve bu zararlardan dolayı kaç canlının etkileneceğini bilebiliyor musunuz? Kanser vakalarının artış nedenlerini, kim bizlere anlattı ve ne tedbirler alındı ?Bilen var mı? Her zaman ki gibi cevapsız yüzlerce soru…

Ve biz saçları kırlaşmış dostlar, geleceği görmenin hüznü içinde, geçmişte yaşadığımız tatlı anıların sessizliğinde yavaş yavaş dağıldık. Her birimiz bu “yar” kabul ettiğimiz, ”canımız Zonguldak’tan” ayrılma planlarını sonuçlandırmadan. Çocuklarımızın ve hatta torunlarımızın geleceği için, ya “göç” ya da “mücadele” kararını vermek için, yeniden bir araya gelmek üzere…Peki, ya sizin kararınız ne?