Sistemini kuramamış, eğitim, bilim, kültür, sanat ve siyasette çizgisini çizememiş bizim gibi ülkelerde gündem konularının ömrü kimi kez yirmi dört saat bile değildir.
Rüzgâr eser savruluruz, hangi bahçeye düşersek dilimize orası pelesenk olur! Eğlemez, hiç gündem olmaması gereken, hatta hiç olmaması gereken bir saçmalık vuku bulur, ne alakaysa durur onu konuşuruz! “Haber Kanalı” adını kullanan TV’ler, yıllardır bize haber niteliği olmayan ‘bir şeyleri’ haber diye kakalıyor!
Halkın Sesi Gazetesinde yazma önerisi geldiğinde, “Yazacaksın da ne olacak? Ne değişecek? Bilinenlerin tekrarı dışında ne yazacaksın ki?” diye azarladım kendimi. Serüven başladı...
Bir yayın organında yazı yazanların iyi bileceği gibi, haber ve bilgi akışı sizi hep bir adım önde tutar! Bu öndeliği halkın çıkarları ve yararı doğrultusunda kullanmaktır gazetecilik. Otuz yılı aşkın gazete yazarlığım süresince bu ilkeden hiç sapmadım! Esen fırtınalar dalımı, yaprağımı kırmak için çok gürledi ama hepsi vız gelip tırıs gitti!
Bu köşeyi izleyenlerin bildiği gibi; “Okunurluk sayısı beş yüzün altında olursa bırakacağım!” dedim hep. “Dur-vur!” derken geldik bugüne...
Önümüzdeki hafta elli ikinci yazı buluşacak sizinle! Yedisi, kırkı derken yılı geldi! İlkokul numaram; elli ikidir! Umarım beni lise numarama kadar sürüklemezsiniz. Sormayın; dokuz yüz kırk bir!
Sizi seviyorum dostlarım! Bazı adamları salı gecesi saat 24:00’e kadar bekletiyorum ya işte onun için bile her şeye değer! Sayemde rakı satışları arttı!
 
YARGI-ÖNYARGI!
Sizinle ilgili yargısı vardı. Altı beslenmemiş, gördüm, duydum, diyorlar türünden tevatürlerle oluşmuş yargı! Hele bir de kişisel duruş farklılıklarından kaynaklanan kıldan, tüyden soğukluk da çıktıysa yoluna, üzerindeki ön yargı, kesin yargıya dönüşüverir! Olay biter. Artık siz ağzınızla kuş tutmaya çıkabilirsiniz!
Daha da kötüsü, işaret parmağınızı uzatıp “O öyle değil; yanılıyorsun!” dediysen bittiğinin günüdür! Çuvaldaki pirinci hiç ayıklamayı denemeyin; dökün Filyos Irmağına gitsin!
Yok, yok! Hiç kimseye, hiçbir yere göndermede bulunmuyorum. Dayak yemekten korkanlar kamusal alana çıkmasın derim. Madem çıktınız, “Harmana giren, dirgene dayanır!” Hem demli çay isteyeceksin, hem de üç şekerli olsun diyeceksin; yok öyle şey!
Zaman akıyor! Kent Ormanı ağaç kıyımıyla başlayan süreç, Kent Konseyiyle dallanıp budaklandı, bilinen diğer süreçler göz göre göre işledi ve herkes bir yana savruldu! Çaycuma, Çaycuma olalı böyle savrulma yaşamadı!
Ne ki bulanan su durulmaya, sökülen taşlar yerine oturmaya başladı! Çok ama çok önemli bir ekseriyet olan biteni artık daha iyi görüyor! Çalıyı yiyen gözlerini açıyor! Demek ki bu işler öyle “Nö gözel olmuuuş!” demekle, ağza çalınan bir parmak kaymakla olmuyormuş!
 
CUMHURİYET MEYDANI!
Çaycuma Cumhuriyet Meydanı, bütün Cumhuriyet Meydanlarında olduğu gibi şehrin en merkezi yerindedir. Bir zamanlar, bir belediye başkanı buranın adını “Hans” bilmem ne alanı olarak değiştirmeye kalkmıştı da yoğun eleştiriler almıştı.
Çaycuma Cumhuriyet Meydanı ve içindeki kavlangalar, Öğretmenler Evi, çay ocaklarıyla şehrin kalbinin attığı yerdir. Özellikle güneşli güzel günlerde, cuma günleri, yaz aylarında Cumhuriyet Meydanı insanlarla dolup taşar!
Kavlangaların altında hükümetler kurulup hükümetler yıkılır, ülkenin ve bölgenin sorunları masaya yatırılıp konuşulur. Söyleşilerin, şakalaşmaların tadına doyum olmaz.
Bilir misiniz bu Cumhuriyet Meydanı ve kavlangaların altına herkes gelemez! Gelse de bir sandalye çekip oturamaz! Otursa da birkaç dakikadan çok kalamaz! Ürkek, korkak, acelesi varmış gibi tedirgin geçen kısacık zamanın ardından bir bahane söyleyip tüyerler!
Kimlerdir onlar bilir misiniz? Kurum ve kuruluşlarda görev yaptığı zamanlarda dünyanın kendi çevresinde döndüğünü sanan ve kendini vazgeçilmez bir değer gibi gören, yanında yöresindekilere tepeden bakan, gönül yıkan, insanları ezen tiplerdir onlar! Koltuklarını yitirince değersizleşen bu “şeyler”, yapayalnız kalırlar emekliliklerinde. Kavlangaların altına geldiklerinde oturacak iki kişi bulamazlar. Etraftan kendilerine ‘işittirilen’ lafların altında ezilirler. Cumhuriyet Meydanında şöyle göğsünü gere gere yürüyemez, ara sokaklara dalıp evlerinin yolunu tutarlar!
Cumhuriyet Meydanı ve kavlangaların altı bizim “Yuah Yuah Ercep”e açıktır ama onlara kapalıdır!
Ben, Cumhuriyet Meydanı ve kavlangaların altının adaletine inanıyorum! O adalet hiç şaşmıyor! Her yer, her şey bozuldu da kavlangaların altının adaleti bozulmadı!
Liyakat, hak hukuk, helal haram gözetmeden başkasının emeği üzerine çöreklenenler, hak etmedikleri o koltuktan kalktıklarında asıllarına dönüp ‘hiçleşirler!’ Devletten ya da halktan aldıkları yetkiyi sonsuz ve sınırsız sananların sonu acınası bir yalnızlıktır!
Şimdilerde arzı endam eden koltuklu ‘şeylere’ öğüdüm odur ki “Koltuk gittiğinde kavlangaların altına gelip iki bardak çay içmeye yüzünüz olsun!