Söze soğuk bir fıkra ile başlayayım. Depremde bina yıkılmış. Savcı kumu çağırıp “Seni tutuklatacağım” demiş. Kum, “Ben binada dolgu malzemesiyim. Suçum yok. Suçlu çimento” demiş.
Savcı kumu ifade vermeye çağırıp yine aynı sözü söylemiş. Çimento, “Benim görevim kumu tutmaktır. Binayı demir tutar. Suçum yok” deyip gitmiş.
Savcı son olarak demiri ifadeye çağırıp “Tutuklanacaksınız” demiş. Demir gayet rahat biçimde, “Ben olay mahallinde yoktum Sayın Savcı. Beni tutuklayamazsınız” demiş.
Fıkranın attığı taşın nereye gittiği hususunu size bırakıyorum. Son 50 yıl içinde binlerce deprem haberi izleyip, yüzlerce makale okuduk. Değişen bir şey oldu mu? Bence olmadı…
1999 yılının 17 Ağustos ve 12 Kasım günlerinde meydana gelen şiddetli iki depremi daha dün olmuş gibi hatırlıyorum. Bolu şehri de Düzce, Sakarya, Kocaeli ve Yalova gibi epey altüst olmuştu. Kimin ne dediği ne yaptığı belli değildi. Tam bir kargaşa hali hakimdi. Bu kötü durum 2-3 ay devam etti. Daha sonra her şey unutuldu.
1999’daki depremde çok sayıda konut ve işyeri yerle bir oldu. İnsanlar maddi ve manevi bakımdan kayıplara uğradılar. Hukuk işletildi mi? Bu binaları kalitesiz, plansız, hesapsız, ölçüsüz inşa edenler mahkeme önüne çıkarıldı mı? Bildiğim kadarıyla yüzde 99’undan hiçbir hesap sorulmadı.
Bir binayı sadece müteahhit yapmaz. Ona bu işi yapma izni verenler, kontrolörler, oturma izni verenler de sorumludur. Hiçbirine ceza verilmedi…
Sadece bizde değil, Doğu tipi, gelişmemiş, feodal yapılı toplumlarda ne yazık ki hukuk sadece zenginler mağdur olduğunda işler. Garibanlar mahkemeye dilekçe vermekten, avukata gitmekten bile uzak dururlar. Zira bu işler çok para gerektirir. Ayrıca en basit mağduriyette bile karar süreci yıllar alır. Duruşmalar ötelenir de ötelenir. Her duruşmada karşınıza ayrı bir yargıç çıkması da cabasıdır.
Son 40 yılda çeşitli sebeplerle 10 kez mahkemeye yolum düştü. Hepsinde de adalet hep çok geç tecelli etti.
30 Ekim günü İzmir’de meydana gelen depremde un ufak olan sahte binaları dijital teknoloji sayesinde anlık olarak izledik. Bir kez daha şunu gördük: Biz asla akıllanmıyoruz. Yaşantımızda hiçbir şey değişmiyor.
Hiçbir teknik eğitimi olmayan paragöz yapsatçıların inşa ettiği makyajı binalar hemen yerle bir oldu. Bu ülkedeki müteahhit sayısı 350 milyonluk AB ülkelerinden daha fazladır. (Türkiye'de 453.497 Almanya’da ise sadece 3550 yapsatçı var. Tüm AB'de ise 50.000 civarı.) Bu kadar çok yapsatçının olması sizce normal midir?
Son söz: Bu deprem de bir ay içinde unutulup gidecektir. Hukuk yine sessiz kalacaktır. Son 300 yıldır bu hep böyle olmaktadır.