Şimdi bu başlığı görenler benim bu hafta sonu yapılacak olan CHP İl Başkanlığı seçiminden bahsedeceğimi düşünebilirler. Ama değil; ben 35 sene önceki bir seçim anımı anlatacağım. 35 seneden bu yana bazı şeylerin iyi yönde değiştiğini temenni ederek yazıyorum!
Sanıyorum 1979 yılının başları idi. Ben o sırada, o zamanki ismiyle Zonguldak Maden İşçileri Sendikası'nda (GMİS) teknik müdür yardımcısıydım. CHP'de yarım da olsa iktidarda idi. Her yerde olduğu gibi, CHP Zonguldak'ta da kongre sürecine girmişti. Önce ilçe kongreleri yapılacak, sonra da il kongresi yapılacaktı. İlk seçim merkez ilçe başkanlığı seçimi idi.
Her zamanki gibi CHP'liler ikiye ayrılmıştı. Bir taraf Başbakan Ecevit'in, karşı taraf da Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Deniz Baykal'ın ekibi olarak biliniyordu. Mevcut milletvekilleri, İl Başkanı Ahmet Baş ve Merkez İlçe Başkanı Avukat Ali Osman Odabaş Ecevit'çi gruba dahildi. Karşı grubun başını ise o sıralarda TKİ Kömür Satış ve Dağıtım Müessese Müdürlüğü'nü yapan Kemal Bahadır çekiyordu. Bu gruba EKİ Müessese Müdürü Tamer Hızal, Kozlu Belediye Başkanı Mustafa Durgun ve GMİS Başkanı Mehmet Tezer'i de ekleyebilirsiniz.
Merkez ilçe başkanlığı için muhalifler başkan adayı arayışı içinde idiler. Bir gün Kemal Bahadır Zonguldak'a geldiğinde beni aradı ve bana merkez ilçe başkan adayı olmamı teklif etti. Kemal Abi'yi çok severdim. Bu yüzden kırmak istemedim. Ama, ''Kemal Abi, ben politikayı hiç bilmem. İzin ver, biraz öğreneyim bir dahaki seçime söz!'' diyerek aklımca bu işten kurtulmaya çalıştım. Ama Kemal Abi, ''Şerafettin, bu seçim kritik; sen şimdi lazımsın. Bu seçimi alan taraf il başkanlığı seçimini de alır. O nedenle önemlidir. Bu seçimi de ancak seninle alırız.'' deyince kabul etmek zorunda kaldım.
Tabii adaylığım hemen ilan edildi. Muhalif grup çok sevindi. Hatta CHP'nin Zonguldak'taki alaylı ve militan kurmayı Dilaverli Mehmet (Mehmet Bahadır) sevincini şu cümle ile ifade etti: Beyler, aranan kan bulunmuştur!
Sanıyorum seçime daha 1,5-2 ay kadar vardı ama biz hemen seçim çalışmalarına başladık. Tabi önce yönetim kurulumuzu belirledik. Sonra da delegelerle temas sağlamaya çalıştık. Zira bizim işimiz halkla veya partililerle değil, bu seçimde oy kullanacak delegelerle idi. Oysa delegeleri mevcut yönetim seçmiş veya seçtirmişti. Delegeler daha ziyade yöneticilerin eş dost ve akraba çevrelerinden seçildiği için bizim işimiz zordu.
Mevcut yöneticiler bize delege listesini de vermemişler, ve hatta sır gibi saklamışlardı. Bu yüzden, delege olduğunu bildiğimiz kişilerle veya bize gelen delegelerle görüşebildik. Anlayacağınız gibi, delegelerin büyük bir kısmı ile görüşemedik. Kendileriyle görüşemediğimiz bazı delegelerin, gerçeği bilmedikleri için, bize gönül koyduğunu da sonradan öğrendik.
Neyse, bu konu uzun, onun için kongre günü kongre salonuna geliyorum.
Kongrenin yapılacağı Soğuksu'daki Gürol Sineması o gün tamamen doldu. Bizim taraf salonun sol tarafına, iktidar tarafı da sağ tarafına oturmuştu. Görünüşe göre bizim taraf daha kalabalık ve daha coşkuluydu. Seçimin çekişmeli olacağı belli idi.
Önce divan heyeti seçilecekti. Divan başkanı olarak o zamanki CHP Zonguldak milletvekili Burhan Karaçelik iki tarafın da önerisi ile seçildi. Başkan yardımcısı olarak da bizim grubun desteklediği, benim de yönetim kurulu listemde olan, Kemal Durmuş seçildi. Bu, delege çoğunluğunun bizim tarafta olduğu ve seçimi bizim kazanacağımız anlamına gelmekteydi. Zaten bizim taraf da, ''İkinci bir Karaoğlan seçeceğiz!'' diye tezahürata başlamıştı bile..
Rutin konuşmalar ve tartışmalar uzun sürdü. Bu arada akşam da olmuştu. En son karşı tarafın adayı Ali Osman Odabaş konuştuktan sonra, tam sıra bana gelecekken, divan başkanı vaktin çok geciktiği gerekçesi ile, hemen seçimlere geçilmesine karar verdi. Bizim taraf itiraz ettiyse de kararından dönmedi. Yani ben başkan adayı olduğum kongrede konuşturulmadım!
İnanamadığım tuhaflıklar devam ediyordu. Eski yöneticiler içine kendi adaylarına verilecek oyları koydukları mühürlü zarfları taraftarlarına dağıttılar. Sıra bizim tarafa gelince, ''Zarf bitti!'' dediler! E,biz ne yapacağız?'' deyince de, ''Gidin çarşıdan zarf alın!'' dediler!
Gidip zarfları alıp geldik, bu sefer de ''Zarflar mühürsüz, olmaz!'' denildi. Mühür nerede diye sorduk; İlçe Merkezi'nde olduğu söylendi. İlçe Merkezi Aksaray İş Hanı'nda, bir kilometre mesafede olduğundan taksi ile gidip mühürü aldık. Zarfları tek tek mühürledik.
Bu sırada saat 20.00'yi geçmişti. O mevsim için hayli geç bir saatti ve neticeyi tayin edecek olan ortadaki delegeler bir an önce beldelerine veya köylerine dönmek istiyorlardı. Bir taraf ellerine hazır zarfları tutuşturmuş, diğer taraf ise hala zarf bulma, mühür getirme ve zarfları damgalama peşinde idi. Tabbi ki çoğu birinci ve kolay yolu seçtiler; hazır zarfları alıp oy verme sırasına girdiler.
Bu arada bir de baktık ki karşı tarafın yönetim kurulu üyesi ve Zonguldak pazarcılarının lideri olan Süleyman Yücel, Zonguldak'ta ne kadar pazarcı varsa asker gibi sıraya sokmuş, oy verdiriyor! Pazarcıların kongreye gelmeyen ve hatta ölmüş olan delegelerin kartlarını kullanarak oy vermelerini üzüntü ile izlemek zorunda kaldık. Zira tüm itirazlarımız dikkate alınmadı.
Ha, bu arada biz zarfları mühürlerken elektrikler de kesildi! Salon karanlığa büründü. Tabi bu da bir sabotajdı! Biraz sonra elektriğin gelmesini sağlayarak mühürlediğimiz zarfları bizi sabırla bekleyen taraftarlarımıza dağıttık; ama olan olmuştu.
Sonuçta az farkla seçimi kaybettik. Salondan dışarı çıktığımda Kemal Abi ve Mustafa Durgun beni bekliyorlardı. Bana,''Hiç üzülme! Aslında seçimi biz aldık. Bunların ne hileler yaptığını herkes gördü ve biliyor.'' diyerek beni teselli etmeye çalıştılar.
Nitekim, bizim grubu destekleyen TKİ Genel Müdürü Celalettin Dursun başarımızdan dolayı beni kutladı, ve o sırada devletleşen Bolu'daki madenlere beni bölge müdürü olarak atayarak ödüllendirdi.
Şimdi gerçek bir seçim klasiği okudunuz. Görüyorsunuz politikada neler oluyor. Bu hikayemizde yapılanların yanında Bizans oyunları bile çocuk oyuncağı kalır.
Dikkatinizi çekmek istediğim bir nokta var: Ben bunu sadece CHP'yi eleştirmek için yazmadım. Başımdan geçtiği için örnek bir vaka olarak anlattım. Yoksa diğer partilerde de bu Bizans oyunlarının az çok oynandığını biliyorum. Kendi partilerinde demokrasiyi uygulamayanlar millete nasıl demokrasi sözü verebilir? Verirse halk buna nasıl inanıyor? İzahı zor sorular.
Son söz: Demokrasiye inanmış dürüst insanlar politikada söz sahibi olamadığı ve politika bu tarz klasik politikacıların elinde kaldığı sürece ülkemizde gerçek demokrasiyi biz zor görürüz. Halkımız gerçek demokrasiyi istiyorsa artık bunu görsün!