İtikaf; sözcük olarak 'dünya işlerinden vazgeçip bir yere kapanma' anlamına geliyor. Biliyorsunuz, Ramazan'ın son 10 gününde itikafa giriliyor. Bugün girdiğimiz 19 günlük zorunlu kapanma, bana bunu çağrıştırıyor.
Sanki Yüce Yaratıcı verdiği bunca nimetlere karşılık biraz özümüze dönüp bunları düşünmemiz için bizlere fırsat veriyor. Fakat bizler itikafın tam zıddına hareket ederek, açlıktan ölecekmiş gibi marketlere akın ediyoruz. Öte yandan yardımlaşma örneği de sergilenmiyor değil. İşte iç içe geçen bu manzaralar eşliğinde 19 günlük zorunlu bir itikafa giriyoruz. Belki biraz da nimetlerin asıl sahibine teşekkür etmemiz gerekiyor. Sağlık, özgürlük ve varlık/zenginlik nimetinin değerini bir kez daha düşünmek için bolca fırsat var elimizde. Doya doya kullanalım bunu...
***
Pandemi döneminin başından bu yana 30 büyükşehirle aşık atan Zonguldak, 'Ve Zonguldak' tabiriyle tarihe geçmişti. Bir süredir covid-19 salgınında orta seviyede gidiyordu. Ne olduysa son bir ayda oldu. İnsanlar kendini saldı. Sonunda en çok vaka artışı yaşanan ilk 5 ilin zirvesine yerleşti Zonguldak.
19 gün sürecek tam kapanma öncesi (özellikle son iki gündür) çarşı pazar o kadar yoğundu ki, bir şehrin ahalisine toplu halde korona bulaştırmak istense bundan beteri olmazdı. Marketler, mağazalar, kaldırımlar insan yoğunluğundan geçilmiyordu.
Bu yoğunluğun sebebi nedir?
Aç kalma korkusu...
Halbuki marketler, fırınlar, tatlıcılar belli ölçüde açık. Bu neyin telaşıdır? İnsan ölüme koşar mı? Sağlık Bakanı, en çok vakanın Zonguldak'ta görüldüğünü açıklıyor, bizim insanımız çarşıya koşuyor. Bu mantığı anlamak mümkün değil.
Bir küresel şebeke, acaba bizim zihnimizi ve davranışımızı da mı tesir altına aldı?
Bakın ABD'de fareler üzerine deneme yapılmış. Farenin beynine çok küçük çipler takılmış. Mesela uyumakta olan fareye, bilgisayarın bir tuşuna basılarak fare uyandırılıyor. Başka bir tuşla fare labirentteki peyniri yiyor. Sonra başka bir tuşa basınca fare oynamaya başlıyor. Başka bir tuşa dokununca labirentten geri gelip ilk vaziyetine dönüyor, uyku düzenine geçiyor.
Herhalde, dev bütçelerle yapılan bu araştırmalar, sırf fareler için düşünülmüyordur! Zaten wi-fi'ye bağlı ellerimizdeki cep telefonuyla sahurda dahi hepimizi esir almıyorlar mı? Facebok, ınstagram, twitter, youtube ve bilmem ne programlarla hepimizi bir şekilde kontrol altına almaya başlamadılar mı? 'Bunun bir tık ötesi insanların zihinsel ve davranışsal tamamen güdülenmesi olacaktır' denilse, sanırım bu saatten sonra çok hayali gelmeyecektir.
İNTİHAR VAKALARI NEREYE?
Bakın bir melanet de intiharlar... Zonguldak'ta her güne intiharlarla uyanıyoruz. Çarşamba bir kişi balkonda kendini astı, dün ise Çaydamar'da biri silahla canına kıydı. Ne oluyor bu kente? Kimi kendini asar, kimi kafasına sıkar...
Bunun anlamı nedir, hiç kafa yoran var mı?
Bu vakaların temeline bakıldığında; sosyal, ruhsal, parasal etkenlerin olduğunu görmemek için kör olmak lazım. Bütün bunların yanında yukarıda saydığımız, cep telefonumuzdan evimize yansıyan sanal sıkıntıların etkisini yabana atamayız.
Bakın bir kişi için en zor şey işsizlik. İşsiz kalıp evine ekmek götüremeyen bir kişi, ailesinin yanında büyük mahcubiyet yaşıyor. Ekonomik çıkmaz, pandemi etkisi ve belirsizlik kişileri çaresizliğe itiyor.
Herkes kendi derdine düşmüş. Sanki kıyamet kopmuş, mahşeri yaşıyoruz. İnsanlar bir birinden kaçıyor. Derdini, ızdırabını içine atan kendi canına kıyıyor. İçine atamayan volkan gibi etrafına patlıyor, ocaklar söndürüyor...
Artık şapkayı önümüze alıp düşünmemiz gerekiyor. Herkes önce kendi evinin önünü süpürerek işe başlamalı. Ailemiz ve birinci derece yakınlarımızdan itibaren yakın komşu ve dostlarımızın sıkıntılarına odaklanmalıyız. Bir birimize sarılarak, danışarak, dertlerimizi hafifletebiliriz.
Bakın yardımlaşma ayındayız. Bunu 12 aya yaymalı, zorda, darda kalana karınca kararınca el atmalıyız.
Zira toplu vurdukça sineler, onu top sindiremez diye de bir gerçeğimiz var bizim.
Herkese sağlıcakla, mutlu, huzurlu itikaflar(!) dilerim.