“Gezi” olaylarını ve direnişleri dış güçler planlayıp, şer güçler mi organize ettiler?

Ana akım medya; olaylar gizlenemez bir boyuta ulaştığında ve artık “satılmış medya” tartışma ve protestoları kapılarına dayandığında “Gezi Parkı” direnişi haberlerini ekranlara taşımaya başladılar…

Başlamaz olaydılar!

Öyle bir başladılar ki: Bir başladılar pir sürdürüyorlar!

Bu ülkede zaten halkın sinirlerini geren bir başbakan varken, buna bir de “ana akım medya” denilen TV kanallarının olayları ekranlarına taşıyış biçim ve tarzları eklenmiş oldu.

Bu kanallar olayları ekranlarına taşımaya başladıkları andan itibaren, protesto eylemleri ve gösterilere katılanların büyük çoğunluğunun halktan birileri olmadığını, olayları kışkırtanların dış mihraklı ajanlar, faiz lobileri ve marjinal örgütlere mensup provokatörler olduğunu işlemeye başladılar…

Ekranlarına taşıdıkları polis şefkati görüntüleri ve gerici liberal “akil” danelerin gündem çarpıtmalarıyla başladılar saldırılarına. Saldırılarını gösterilere katılan halktan insanları durduk yerde polise saldıran ve neredeyse AKP iktidarını ve başındaki diktatörü mağdur gösterme utanmazlığına kadar vardırdılar…

Gelelim ana akım medya konusuna.

Neymiş efendim?

Ekonomisi çok güçlenen ve dünyada markalaşan bir Türkiye’ye karşı, dış güçlerin yıkım projeleri hayata geçirilmiş!

Borsa inişe geçmiş, çöküyormuş! Kişi başına düşen 10 bin liradan bin lira dahi alamayan taşeron işçisinin, işsizin, emeklinin, öğrencinin umurundaydı sanki sizin borsanız?

Gösteri ve yürüyüşlere katılan “masum” (bunu kendi aklı olmayan, marjinal grupların gazına gelen aptallar anlamında söylüyorlar) insanlarda bu oyunlara alet oluyorlarmış!

Bu ülkenin egemen sınıfları ve burjuva siyasetçileri halkı, tarihten günümüze kendi aklıyla hareket edemeyen ve her zaman art niyetli birilerine alet olan sürüler olarak göstermeye çalışmışlardır, çalışmaktadırlar.

Çünkü onlara göre; bu ülkede “halk” diye dinamik bir olgu yoktur, döküldüğü her kabın şeklini alan muhallebiye çevrilmiş, pelteleşerek umudunu yitirmiş insan toplulukları vardır! Her zaman da öyle olmasını arzu etmişler ve öyle olduğunu kanıtlamaya çalışmışlardır…

2013 1 Mayıs’ın da konulan keyfi Taksim yasağı ve sonrasında uygulamaya soktukları polis saldırılarıyla bu amaçlarına bir ölçüde ulaştıklarını sanmışlardı…

Fakat “Gezi Parkı” saldırıları sonrasında yaşanan ve muhalif bir halk hareketine dönüşen eylemlerin zoru, AKP iktidarı tarafından hayata geçirilmeye çalışılan bu faşizm oyununu bozmuştur. “Gezi” direnişleri aynı zamanda, toplumsal muhalefeti meclis komisyonlarına ve kürsü atışma ve sataşmalarına sıkıştırmaya çalışan mecliste grubu bulunan muhalefet partilerinin işbirlikçi pozisyonlarını ve sözde muhalefet oyunlarını da bozmuştur.

Türkiye ve dünya, uzun yıllardan sonra gerçek bir halk hareketine tanık olmuştur. AKP faşizminin korkuya dayalı teslim alma politikaları, polis zoruna dayalı bir diktatörlük kurma stratejisi Gezi Parkı’nda güçlü bir halk muhalefetine toslamıştır.

Sıra şimdi; bu halk hareketini çarpıtmaya, çeşitli yalanlarla maniple etmeye ve başbakanı haksız eleştirilere uğrayan mağdur birisi gibi göstererek sermaye düzeninin elini rahatlatma çabalarına gelmiştir.

Bu aşamada en önemli rol, yine liberal “akil” insancıklara düşmüştür. Ve her gece televizyon ekranlarında sermaye bülbülleri gibi şakıyarak, AKP iktidarının ne kadar güzel bir ülke yarattığını anlatarak emekçi halklar aleyhine zehirlerini akıtmaktadırlar…

Ancak bu kez zehirli dişlerini halka geçirebilirler mi, dillerindeki zehirli salyaları halka bulaştırabilirler mi, işte orası kuşkuludur!

Asıl mesele; bin bir türlü baskı ve yalıtma politikalarıyla emekçi halk ve işçi sınıfıyla temasını kopartmayı başardıkları sosyalist ve devrimcilerin, tekrar halkla temas yolları yakalama ve ilişki kurma ihtimalinin önünü kesmeye çalışmaktadırlar.

Eski bildik yöntemler, işbirlikçi siyasetçilerden başlayıp Abant Platformu ve TOBB Başkanı Hisarcıklıoğlu’nun “çocuklarınızın ve ülkemizin geleceğini düşünün!”, Yiğit Bulut gibi sermaye çocuklarının “Erdoğan’ı yedirtmeyelim!” çağrılarıyla devam etmektedir.

ABD ve diğer emperyalist merkezler, bir yenisinde karar kılmadan Tayyip’ten vazgeçerler mi?

Bu işbirlikçilik kervanına Türk-İş’in yetişemeyeceği düşünülebilir mi? Sadece Yönetimde yaşanan iç sorunlar ve emperyalist merkezlerden gelecek mesajlar nedeniyle biraz geç refleks gösterdiler. Ve fakat Türk-İş, Türkiye işçi sınıfını temsil ettiğini her zaman olduğu gibi yine unutmuş ve tarafları itidalli olmaya davet ederek işbirlikçilik görevini yerine getirmiştir.

Nedir söylenen ve çözüm diye tavsiye edilen?

Marjinal örgütlerin ve dış güçlerin provokasyonuna gelmeyin!

Yasal olsun veya olmasın; iktidar güçlerinin teröristlikle damgaladığı sol-sosyalist parti ve örgütlerden uzak durun!

Zinhar; bayrak veya pankartlarını kalabalıklar içerisinde açtırmayın!

Halkımız dış güçlerden, kent yoksulları ve köylüler devrimcilerden, işçi sınıfı ve emekçiler komünistlerden uzak durmalı ve tutulmalıdır.

“Sol-sosyalist-komünist parti ve örgütlerin bayrak açmaları yasaklanacak, yasakla!”

Sömürü sisteminin, işbirlikçi sendikaların ve düzen içi muhalefetin sihirli formülü budur.

Sonra ardından, gelsin aptal sanılan kitleler önünde sergilenen güdümleme oyunu!

 “Sokağa, eyleme, özgürleşmeye” vb. sloganlarla, elde megafon “devrimcilik!” oyunu…

“Tayyip pabucu yarım, çık dışarıya oynayalım!”

Zonguldak’ta oynayamadın, git Taksim Gezi Parkı’nda oyna!

Oynayalım da…

Nereye kadar?

Peki, dışarıda Tayyip’ten önce kimlerle oyun oynamak zorunda kalıyoruz ya da kalacağız?

Günün görevi; Gezi Parkı’nda başlayan ve ülke geneline yayılıp devam eden eylemleri,  işçi sınıfı ve emek güçleriyle buluşturmaktır.