Benim doğduğum yerlerde sövmek doğaldı.Herkese, her yere uygun sövgü sözleri vardı. Söze sövgü ile başlanırdı da yadırganmazdı. Güç gösterisiydi bu.
Öküze, eşeğe, domuza, köpeğe, organlara... ayarlı sövgü sözlerine alışamamıştım bir türlü. Sövemeyen, sessiz, güçsüz bulunurdu üstelik.
Sövme yüzünden kavgalar, dövüşler olurdu; ölümler çıkardı onur ortamlarında. Silahlar çekilirdi de acılar yaşanırdı. Bu tehlikeli ve renkli kültür sürer giderdi kuşaklar boyu.
Üzülürüm yöresel sövgü sözcüklerini derlemediğime. Ne ilginç sözlük olurdu belki de! Derlenmiş mi, sormak gerek İbrahim Tığ'a.
Sonra yaşadığım yerlerde de -aşağı yukarı- aynıydı durum. Kızınca, sevinince, başarınca, yenilince duruma uygun reçeteli sözler vardı. Ünlüleri olurdu bu çevrenin. Kemal Sunal filmlerinde kendini bulurdu bazıları. Onlar ilaç gibi, güldürü gibi gelirdi sıkıcı ortamlarda yerine göre, dozuna göre, niyete göre.
"Amcaya bir sövüver oğluşum!" diyenleri çok gördüm iyi aile çevrelerinde.
Okkalı sövüşüyle alkış alırdı çocuk, kabara kabara. Yaşam onları da uydurdu yeni çevrelerine tabii.
Sevemedim sövmeyi, korkaklıktan mı, pısırıklıktan mı, bilmiyorum. Köyümde rahmetli Kıyık Salih abiye, mahallemde Rafet abiye o alanın ünlüleri gibi bakılırdı. Onların sözleri, dokunmazdı kimseye, herkese güldürü gibi gelirdi. Sövgüyü övmek olmasın da...
Sağ olsun, Rafet abi, beni çevreye uydurup çekingen yapımı açmaya çalışırdı. Yalnız ve tekdüze oluşum sıkardı onu. Daldığım içimden çıkarmak isterdi beni. Biraz dökülüp rahatlayayım isterdi. Ortama uygun durumlar ayarlardı. Seslenirdi:
"Profesör ne dedi?"
"..!"
Ben sessiz kalınca, o, patlardı gülümseyerek, çevredeki kalabalığa aldırmadan:
"Heeeçç!"
Utanırdım, soruya uygun şut çekemezdim. Çoğu kez, sövmeyi gerektiren durumlarda, rahmetli kaynanam kardeşine pas atardı, ben de ona pas atardım.
Ne yazık ki, bugün, ben de sövdüm be Rafet abi, olmaz yerde.
Anlatayım da şaşkınlığımı gör. Böylesini sen de onaylamazsın, biliyorum.
Utandım.
Yeni aldığım pazar arabamın taban demirlerinden biri kırılmıştı. Çaydanlık, tencere kapağı da onaran pazar girişindeki satıcı:
"Yenisi 150 TL. Bunu bisiklet tamircileri kaynatabilir, ben yapamam." dedi.
Yenikent'i, Körfezkent'i dolaştım yaptıramadım işimi. İnce çubuğu oksijen kaynağı yakarmış. Bizim Turgay Kurnaz'ın eski komşusu egzoz ustası Mahmut Usta'ya götürmeye karar verdik arabayı sonunda.
Turgay Bey, erken gitti, işi varmış. Derince Geçit'te buluşacaktık. İşimi bitiremedim, geciktim. Yolda komşuları bile zor selamladım. 126 numaraya yetişmeliydim.
Site kapısından çıktım, otobüs geldi. Koştum. Durağa üç beş adım kala el kaldırdım. Otobüs durmadı, rüzgâr gibi geçti gitti. Çok duyduğum, ama kolay kolay söylemediğim sözler dökülüverdi ağzımdan birden.
Ben de sövdüm Rafet abi.
Sen olsaydın ne yapardın? Belki de şoförü suçlu bulmazdın, sabırla beklerdin benim her zaman yaptığım gibi.
Yerine göre sövmeyi bile beceremedim işte! Çirkin oldum bir genç kızın gözünde. Gülşah ile Güven duysalardı ağzımdan çıkanı ne kadar kızarlardı bana!
Otobüsün arkasından, öfkeyle:
"... adamı!" diye mırıldandım. Başımı yana çevirdiğimde bir genç kızla göz göze geldim. Utançtan yerin dibine geçtim. Durak oturağına döndüm kediyle, bahçeye döndüm gülle... Genç kızdan, kediden, gülden utandım.
Korkuyorum, pazar arabasını dolduramadığımda, vitrinlere baktığımda o söz ağzımdan çıkıverir diye Rafet abi. Ben nerede, nasıl sövüleceğini bilmiyorum be abi. Senin ince ustalığını kapamamışım. Bu bilinç dışı dökülme beni çok üzdü.
Daha çok üzülüp utanmamak için, sana mı geleyim; hocaya, psikoloğa mı gideyim? Yoksa koyvereyim gitsin mi?
Ha! Gelinlerin, torunların seni dönüştürmüştür benim çocukluğuma, gençliğime. Sen, şimdi, azarlarsın beni, bu yaşta ağzına yakıştı mı, diye.
Anladım! Anladım! Bizi torunlarımız kurtaracak bu yanlış seçimlerimizden. Türkçemiz çok zengin. Bir okyanus, sövgü sözcüklerimiz bile. Diğerleri yeter bütün evrene, bilinçle işlensin hele.
Geçime göre seçim.
Rafet abi, ben niye sövdüm be abi!
Utandım, genç kızdan, kediden, gülden.
Tamam, bir şey söyleme! Anladım ne diyeceğini.