Bir ilimiz var, adı Rize
Durup dururken bir bardak çay sundu bize
Rize'de çayı kim yetiştirdi Rize'de
Dizeleriyle başlayan bu şiiri ile Bedri Rahmi Eyüboğlu çaya gönül verenleri tarihe taşımıştır.
Ünlü Türk şair, yazar ve ressamı olan Bedri Rahmi Eyüboğlu eğer bu gün yaşasaydı; muhtemelen bu şiirin üçüncü dizesini şöyle yazardı:
"Rize'ye çayı kim getirdi Rize'ye!''
   Sahi çayı kim getirdi Rize'ye? Elbetteki Atatürk getirdi! 
   Peki, çayı Rize'ye getirerek Rizeyi Rize yapan; sönmekte olan Rizeyi yeniden hayata döndüren Atatürk'e, vefa ve saygı gösterilmesi gerekirken;  kendi varlığını bile Atatürk'e borçlu olan Rize Belediye Başkanı ne yaptı? Atatürk'ün heykelini Cumhuriyet Meydanından kaldırarak bir kamyonun kasasında vilayet önüne taşıttı! Son zamanlarda Atatürk'ün ve Cumhuriyet'in izlerinin silinmeye çalışıldığı  herkesin malumu iken; herkesi aptal yerine koyarak buna Cumhuriyet Meydanının yeniden düzenlendiği kılıfını uydurdu. Bu kadar vefasızlığa ve nankörlüğe pes dedirtti. 
   Şimdi bu yazdıklarımda haklı olup olmadığımı anlamanız için çayın serüvenini ve Rize için taşıdığı hayati önemi anlatmaya çalışayım.
   Bazı şehirler vardır ki varlıklarını sahip oldukları veya ürettikleri değerlere borçludurlar. Örneğin, Zonguldak varlığını sahip olduğu ve ürettiği kömüre borçludur. Zira kömür bulunmadan önce Zonguldak diye bir şehir yoktu. Bu nedenle kömür deyince Zonguldak; Zonguldak deyince de kömür akla gelir. Diğer bir deyişle, Zonguldak ve kömür birbirleriyle adeta özdeşleşmiştir.
   İşte Rize de böyle şehirlerden biridir; varlığını çaya borçludur ve çayla özdeşleşmiştir. Şimdi bunu biraz açalım.
   Ziraat mühendisi Baki Remzi Suiçmez'in kaleme aldığı ''Yeşil Çay Yaprağından Demli Çaybardağına  - Bir Başarı Öyküsü'' başlıklı yazısından alıntılar yaparak; çayın Rize'ye geliş öyküsünü ve Rize için hayati değerini anlatmaya çalışalım.
   Dünyanın tek doğal çayı olan ve ''yeşil altın'' olarak adlandırılan çayın ülkemizdeki öyküsü; aslında Cumhuriyeti kuranların ve geliştirenlerin inancı, ısrarı, başarma tutkusu ve bilimsel çalışmalarının başarı öyküsüdür.
   Tüketim amacıyla dışarıdan getirilmesinin tarihçesi 1600'lü yıllara dayansa da, ülkemizde yerli üretime geçilmesi ve çay kullanımının yaygınlaşması 1923 sonrası Türkiye Cumhuriyetinin sayesinde olmuştur. Cumhuriyet döneminde Anadolu bozkırını cennete çevirenler; yeşil atıl alanları da yeşil altına, ve çayı işleyerek siyah altına döndürdüler.
   Cumhuriyetin kurulduğu yıllarda, işsizlik nedeniyle başta Rize ili olmak üzere  Karadeniz aşırı göç veriyordu. Erkekler gurbete gidiyor, gözü yaşlı analar, gözü yolda gencecik gelinler lastik ayakkabısı olmayan çocuklarını doyurmaya çalışıyorlardı.''Birinci Paylaşım Savaşı'' sonucu Osmanlı İmparatorluğunun parçalanışının yarattığı otorite boşluğu bölgeye eşkıya baskısı getirmişti. Genç Cumhuriyete karşı oluşan gerici başkaldırı hızla bastırılmıştı. Ekonomik zorluklar ve isyanların yarattığı güvensizlik ortamının giderilmesi, huzur ve güvenin sağlanması gerekiyordu.
   Ankara'da 1921 yılı Nisan ayında Bakanlıklar temsilcilerinin katıldığı bir komisyon kuruldu. İktisat Bakanlığı temsilcisi Ziraat Genel Müdürü Zihni Derin, bölgenin huzura kavuşması için, öncelikle insanların geçimini sağlayacak iş ve çalışma koşullarının yaratılması gerektiğini söylüyordu.
   Doğu Karadeniz'in ''makus talihini'' değiştirmeye yönelik önemli bir gelişme 1918 yılında eski Mardin milletvekili Ali Rıza Erten'in hazırladığı  rapor olmuştur. Halkalı Ziraat Mektebi öğretim üyesi olan Ali Rıza Erten, Tarım Bakanlığı tarafından Batum ve Kafkasya'daki zirai potansiyelin araştırılması için kendisine verilen görev sonrası hazırladığı raporda; çayın Rize dolaylarında yetiştirilmesinin olanaklı olduğunu nedenleri ile birlikte açıklamıştı. 
   Ali Rıza Erten'in bu raporunu komisyonda gündeme getiren Zihni Derin, halka yeni geçim olanakları bulabilmek amacıyla, Rize ve çevresinde incelemelerde bulunmak üzere Komisyonca görevlendirilir. 
   Zihni Derin'in bir heyetle birlikte Doğu Karadeniz illerine gidişi, ilerideki yıllarda çizeceği mücadeleli yolun ve ''Çayın Babası'' olarak adlandırılmasının başlangıcı olur. Rize ve çevresinin zirai ve ekonomik durumu hakkında bilgi toplamaya başlar. Bu gezinin ardından iklim ve toprak yapısının çay ve turunçgiller  üretimi için uygun olduğu kanısına vararak yoğun çalışmalar yapmaya başlar. Batum ve çevresinde Ruslar tarafından kurulmuş olan çay bahçelerini, çay fabrikasını ve Astropikal Bitkiler Araştırma İstasyonu'nu inceleyerek gerekli bilgileri toplar. Beraberinde çay tohumu ve fidanları ile birlikte bir Rus bahçıvanını Rize'ye getirir. Bu günkü adıyla Merkez Fidanlığında, 15 dekarlık arazide ilk fidanlık kurulur ve üretim başlar. 
   1924 yılında çıkarılan 407 sayılı yasa ile başlayan süreçte çay üretimi ve işlenmesi yasal güvenceye kavuşturulmuştur. Bu yasayla ivme kazanan ve gelişen çay üretimi sonucu; bu gün 760.000 dekar (ruhsatlı) alanda 205.000 üretici çay üretmektedir. Ve bundan bir milyondan fazla kişi ekmek yemektedir. Bu Doğu Karadeniz için çok önemli bir rakamdır.
   Bu gün itibariyle , Türkiye çay tarım alanları bakımından dünya üretici ülkeler arasında 
6.ncı sırada; kuru çay üretimi yönünden 5.nci sırada; yıllık kişi başına tüketim bakımından da 4.ncü sırada yer almaktadır. 
   Türkiye'deki çay üretim alanlarının % 66'sı, ve çay üreticilerinin % 62'si Rize'dedir. Bu demektir ki 205.000 üreticinin 127.000'i Rize'dedir. Rize'nin bu günkü nüfusunun 330.000 olduğu göz önüne alındığında; bunun Rize için ne kadar hayati bir önemde olduğu açıkça görülmektedir.
   Bu konu aslında çok uzundur. Dolayısıyla bir makale boyutlarını çok aşar. Çayın Atatürk'ün emri ile Türkiye'de üretilmeye başlanması; Rize'den göçün tersine dönmesi; Rize'nin bir kasaba durumuna düşmekte iken çay sayesinde yeniden hayat bulması ve bu günkü haline  gelmesinin öyküsü gerçekten çok dramatiktir. Köylüleri çay üretimi için ikna etmek; çeşitli dönemlerde destek primleri vermek ve sübvansiyonlar yapmak, üretimi sabote etmek isteyenlerle mücadele etmek çok zorlu bir mücadeleyi gerektirmiştir. Bu günlere gelmek öyle pek kolay olmamıştır.
   Bu konuda, Atatürk'ün yanında, bu işe gönül veren ve çalışmaları ve yatırımları bizzat denetleyerek çok önemli katkılar sağlayan İsmet İnönü de unutulmamalıdır. Kafasında ve yüreğinde yurtta çay yetiştirilmesi olan İnönü, bu nedenle çay üretimi ile yakından ilgileniyordu. Dönemin Başbakanı olarak 1935 yılında Rizeyi ziyaret ettiğinde çalışmalar hakkında bilgi almış ve Ankara'ya döndüğünde, çay yetiştiriciliği çalışmalarının hızlandırılması amacıyla Tarım Bakanlığını görevlendirmiştir. Onunla ilgili şu anekdotu da zikretmeden geçemeyeceğim.
   ''1947 yazında bir savaş gemisiyle Doğu Karadeniz gezisine çıkan Cumhurbaşkanı İnönü, bir yıl önce geldiği fabrikayı, üretime geçtikten sonra tekrar ziyaret eder. Üreticilerin verdiği bilgi ve çayın kalitesi hakkında edindiği izlenim Paşa'yı çok memnun eder. Üreticilerin 'Çay ve fabrika bizim gözbebeğimiz' sözleri Paşa'yı etkiler ve iki saat boyunca incelemelerde bulunduğu fabrikadan çok mutlu ayrılır''
   Değerli okuyucular, gördüğünüz gibi, çay üretimini yurdumuza getirmek için büyük uğraşılar veren Atatürk ve İnönü, Rize'yi bir kasaba konumundan kurtararak  önemli bir ilimiz olmasını sağlamışlardır. Fakat bırakın İnönü'yü; velinimetleri Atatürk'e Rize Belediye Başkanının reva gördüğü muameleye bakar mısınız? 
   Birçok vefalı ve duyarlı Rizelinin bundan büyük rahatsızlık duyduğunu biliyorum. Ama Atatürk'e nankörlük eden Rize Belediye Başkanını ve onun gibi düşünenleri de kınıyorum!
 
                                                                                                                                                                 Şerafettin Üstünkol