Hafta sonu Ankara’daydık…
Bana sorarsanız bomba gibi, zıpkın bir röportaj oldu…
Her şey, Doğan Haber Ajansı’nın benden önce bölge sorumlusu olan Cevdet Akgün’e elden gelen bir mektupla başladı.
Derdimiz yetmezmiş gibi, bunca sıkıntını içerisinde gazetecilik refleksiyle haberin üzerine balıklama atladım…
Postaneden göndermek yerine ortak bir tanıdığımız aracılığıyla elden gelen ve bilgisayarda yazılmış kısa ama son derece önemli pusulada yazanlar, yakın tarihimizin en çok konuşulan, üzerine belgeseller çekilip kitaplar yazılan bir ismin akıbetiyle ilgili son derece çarpıcı bir iddiayı ortaya atıyordu.
Tası tarağı toplayıp Cumartesi günü, sabahın ilk saatlerinde Ankara’nın yolunu tuttuk.
Buluşma yerine geldiğimizde çevredeki sivil polislerin çokluğu hemen dikkatimizi çekiyordu…
Tedirgin bakışlarla etrafı süzdükten sonra, bir at yarışı ganyan bayiinin önünde sessiz sedasız önümüze koyulan çayı yudumlamaya başladık.
Gecikmeli de olsa eli tespihli, takım elbiseli, tok sesli bir adam “merhaba” diyerek başımızda belirdi.
Telefonda konuştuğum kişinin “o” olduğunu fark edince masadan kalkıp ardı sıra ganyan bayiinin içine girdik. Dar bir kapıdan geçip bir alt kata ulaştığımızda ise belli belirsiz ışık süzmelerinden etrafımızdaki poker masalarından buranın bir kumarhane olduğu fark ediyorduk.
Karanlık dehlize doğru parmak uçlarımızda yürürken ansızın yanan ışıklardan kamaşan gözlerimizi bir makam odasında açtık…
Gergin başlayan tanışma faslının peşine, yakın tarihin çok bilinmeyenli denkleminin çözümlemesini olayın görgü tanıklarından işittikçe, biranda polisiye filmlere taş çıkartan bir senaryonun içerisinde bulduk kendimizi…
Konuştuğumuz kişinin anlattıkları bu güne kadar dinlediğimiz senaryoların tamamını çürütüyordu…
Evet, bahsettiğimiz isim kimilerine göre “Devlet”in oğlu, kimilerine göre eli kanlı bir katildi…
JİTEM’in, MİT’in, istihbarat servislerinin celladı, 90’lı yılların en karanlık ismi…
Bazı kaynaklarda adı Ahmet Demir, bazılarında ise Mahmut Yıldırım olarak geçse de, Türkiye onu ajan olarak girdiği PKK militanları arasında askerin tanıması için boynuna taktığı fuların rengiyle tanıdı…
Kod Adı: Yeşil
Yeşil, öldü mü, ölmedi mi?
Estetik ameliyat olup yaşamına başka bir kimliklerle devam ettiği ya da devletin infaz ettiği Yeşil’le ilgili senaryoların somut bir delile dayanması bu röportaja tarihsel bir önem katıyordu…
Kısmen bildiğimiz, duyduğumuz, tahmin ettiğimiz şeyleri, bir fiil 15 yıl yattığı cezaevinden çıktıktan sonra ilk kez konuşan bir görgü tanığından duymak kanımızı dondursa da, Cevdet Akgün ve yanımızda bize eşlik eden Serkan Oğuzhan kardeşimle kaçamak bakışlarla sık sık göz göze gelerek anlamaya çalışıyorduk.
Haftanın ilk gününe “Nerden çıktı bu Yeşil?” dedirtecek bir köşe yazısından çok, Türkiye’yi sallayacak bir röportajla başlamayı yeğlerdim…
Ancak yaklaşık 2,5 saat süren röportajın ses kaydı çözümü, kurgusu sanırım en az 3-5 günümü alacak…
Dinlerken adeta içinde yaşadığım olayları okuduğunuzda bakalım aynı etkiyi yakalayabilecek misiniz?
Derin devlet her dönem kendisine bir “Yeşil” yarattı…
Bugünkü iktidarın yarattığı ‘Yeşil’in, devletin güvenlik kuvvetleri dururken milletin gözünün içine bakarak “Gerekirse oluk oluk kanlarını akıtacağız” deme cüretini gösterdiği bir ülkede “mafya-devlet”  bağlantısını hangimiz inkar edebiliriz?
Dün “derin devlet”in renk skalası “Yeşil” di…
Bugün ise “Kan kırmızı”!
Sahi, sizce Yeşil yaşıyor mu?