Alem ülkeyiz vesselam… Gün yok ki, baş döndürücü bir gelişme yaşanmasın… Tam “Almanya bizi kıskanıyor” başlıklı, eğlenceli bir yazıya hazırlanıyordum ki, Hollanda’da yaşananlar meseleyi şaka kaldırmaz hale getirdi... Malum AB üyeleriyle uzun süredir bir gerilim var aramızda…Hele yükselen “idam” seslerine, devletin en üst ağzı da destek verince işler şirazesinden çıktı iyice… Diğerlerinin ardından, Hollanda, önce Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun uçağına iniş izni vermedi. Karayoluyla gelen Aile Bakanı Fatma Betül Sayan Kaya’yı konsolosluğa sokmayan Hollanda bununla da yetinmedi,"Persona non grata" (istenmeyen kişi) ilan ederek sınır dışı etti.
 
Meselenin o kadar çok boyutu var ki, serinkanlı bir şekilde değerlendirmeye çalışırken bile, cümleleri kurmakta zorlanıyor insan… “Milli duygular” sosuna bulanmış “hamaset” bu tartışmada da en belirleyici öge olarak çoktan sokağa döküldü çünkü… Bize düşen, ayaklarımızın bu topraklara bastığını hiç unutmadan, evrensel aklın saydamlığıyla meseleyi tartışıp, aklıselimi bulmak elbette… Tarih binlerce kez gösterdi ki, insanların en geri duygularına seslenen hamaset dili, sığ sularda debelenip,sorunları, tümden çıkmaza sokmaktan başka bir işe yaramıyor… Biraz empati yapıp, biraz da meseleye akıl gözüyle bakmak, daha büyük anlam kapıları açıyor önümüze…
 
BAKANLARA YAPILAN DAVRANIŞ KABUL EDİLEMEZ
Hiç tartışmasız özgürlüklerden yana olan bir insan olarak, yasağın hiçbir türünü kabul etmediğimi belirtmek isterim… Özellikle demokratik hakların kullanımına yönelik saldırılar, Avrupa’yı,“insanlığın ortak evi”yapankültüre yakışmadığı gibi, insanlığın bin yıllardır oluşturduğu demokratik birikime de aykırıkesinlikle…Hele ki bu çağda, seyahat, düşünce, ifade, örgütlenme, toplantı ve gösteri yürüyüşü yapma gibi temel insan haklarının tartışılmasını “abesle iştigal” saymak gerekiyor… Bu nedenle bakanlara yapılan davranış kabul edilemez… Buradan bakınca böyle de, meselenin tek boyutu yok ne yazık ki…
 
Yok,“İdam isteriz” diye yeri göğü inleten kalabalıklara, “Benim tavrım belli” diyerek onay verdiğini açıklayan bir liderin, kendi hukukundan idamı silmekle kalmayıp, insanlık suçu sayan AB’ye vermeye çalıştığı demokrasi dersi, kimseyi ikna etmiyor… Bu duruş yasalarında idam cezası bulunan ülkelere, suçlu iadesi bile yapmayan AB’nin kendi içtihadına uygun görünüyor… Öte yandan basın özgürlüğünü, yaşam hakkı kadar önemli sayan AB’nin, cezaevinde en çok gazeteci bulunduran bir devletin samimiyetini sorgulanmasını da olağan saymak gerekiyor… En kötüsü de şu ki, olay, her ki ülkede de, ulusal çıkarların değil, iç siyasetin konusu ediliyor… Bunun da nedenleri var elbette…
 
HAYIR’CILAR, KONSOLOSLUKTA TOPLANIP PROPAGANDA YAPABİLİR MİYDİ?
Avrupa’da, neoliberal politikaların yoksullaştırdığı kitleler, neden olarak yabancıları gösteren ırkçı partilere yöneliyor. Sosyalistler dışındaki tüm partiler, bundan pay kapmaya çalışıyor. Hollanda’da da durum aynı… 15 Mart’ta yapılacak seçimlerde, camileri bile kapatacağını söyleyen faşist Wilders’in partisi, önde görünüyor… Başbakan Rutte’nin merkez sağ partisiyse, milliyetçi oyları devşirebilmek için, yabancı düşmanlığı sayılacak uygulamalara imza atıyor…Bizde de bir fark yok… Referandumun tarafı Avrupa’ymış gibi, olaylarla ilgili her açıklamayı, “Milletimiz,16 Nisan’da gereken cevabı bunlara verecektir” diye bitiren iktidar, tıpkı Hollandalı refiki gibi selden kütük kapmaya çalışıyor…
 
Başından beri diplomatik nezakete uymayan bir dille kriz derinleştirildi… Avrupa gibi Türkiye’de de düşmanlık dili puan yapıyor çünkü... Düşünün lütfen, “Kamusal alanlarımız başka ülkelerin siyasi kampanya alanı değildir” diyen bir ülkenin, egemenlik haklarını yok saymak ne kadar doğru?Aynı şekilde Türkiye’ye posta konsa, ne olurdu ülkede?Kim, krizden ne kazandı bilemem, ama kaybeden iki ülkenin halkıdır…Yurt dışında propaganda yasağı olmasına karşın, bizzat bakanların bunu delmesiyse, bir başka sorundur...Sorular soruları kovalıyor kafamda: Hayır’cılar, konsoloslukta toplanıp propaganda yapabilir miydi sizce? Yanıtınız hayırsa, son sorum: Hani adalet?