Seçim propagandalarına izliyorsunuzdur. Sordum geçenlerde, bir arabanın cadde ve sokaklarda 20-30 gün dolaşması 100 bin, televizyonda yarım saatlik bir program 2-3 bin, dev pankartlar binlerce lira, 1 aylığına kiralanan ana cadde üzeri dükkânlar 50-100 bin vs. “Kendim için bir şey istiyorsam namerdim. Size hizmet etmek için geliyorum.” söylemi ekseninde boy gösteren bir sürü kifayetsiz. Ve onları caddelerde büyük bir duyarsızlıkla veya aptalca bir tarafgirlikle izleyen bir sürü insan… “İddia” ve “loto/toto” kuponları ellerinde bir masaya eğilmişler bir çırpıda zengin olmayı hayal eden farkındasız bir güruh.
Neden bu kadar masraf, bunca gayret bir belediye başkanlığı için?
Fransız sosyolog Auguste Comte’nin, kendisinden önce başkalarını düşünme anlamına gelen “Altruizm” diye bahsettiği bir kavram vardır felsefede, kendi çıkarlarını yok sayarak toplumun ve diğer insanların iyiliğini gözeten dünya görüşü anlamında bir tür bencillik karşıtı yani.
Esas olarak sosyalistlerin-komünistlerin halet-i ruhiyesinin kalıbıdır bu düşünce. Ama öyle bir hale geldik ki, “kapitalizm” ve “din” bu kalıbı kendi çıkarları noktasında dönüştürerek, “verili sistemin devamını sağlayan maymuncuğu” yapıverdi bir çırpıda. Hz. Muhammet’ten örnek veriyor ona: “Peygamberimiz bir hurmayla bir gün geçirirdi.” diye. “İnsan nedir ki? Deryada bir damla, çölde bir kum tanesi” düşüncesi ekseninde bir kimlik vererek onu önemsizleştiriyor ayrıca. Bunun anlamı, insanı içinde bulunduğu koşullara “şükreder” pozisyonda süreğenleştirmek. Gerçekte bir insan, kendisini önemli hissedebilmesi için yaşadığı dünya içinde sonsuz bir zerrecik olduğu fikrinden kaçınmak zorundadır oysa.
Yıllar önce, nur içinde yatsın rahmetli Aziz Nesin, bu halkın % 60’nın aptal olduğunu söylediği zaman yurttaşların bir kısmı bu söze tepki göstermişti. Öyle ki, bir kısım yurttaş üzerine alınarak, Aziz Nesin’den bu sözünden dolayı davacı olmuştu. Sonuç olarak, davacının dava etme nedeniyle kendisini aptal yerine koyması ironisini de beraberinde getirmişti.
Hiç unutmam, hemen akabinde bir televizyonun tartışma programında, Aziz Nesin’le karşı kaşıya gelen dönemin eski MHP Milletvekili Agâh Oktay Güner olaya ilişkin şöyle demişti: “Bu yüce Türk milletine yapılmış bir iftiradır, nereye bakarsanız bunu gerçekle alakası yoktur. Bu ne büyük bir millettir ki, ne soylu bir millettir ki, ne asil bir millettir ki, kendisine aptal diyen bu yazarı multi milyarder etmiştir.” Aziz Nesin, sonuçta ortaya çıkan ironiyi yine baz alarak, ırkçılığı siyaset tarzı olarak benimsemiş o milletvekiline, “Bu halk benim sözümden alındıysa, buna rağmen beni multi milyarder yaptıysa bu zaten onun aptal olduğunu gösterir.” demişti.
Zaman zaman ben de ironi yaparım yazılarımda. Doğru düşünceye varmak ve doğru düşündürmeni bir yöntemidir bu. Örneğin, geçenlerde, “CHP kendini öldürmeli.” başlığını kullanmıştım yazdığım bir makalede. Bu sözüme CHP’lilerden epey kızanlar olmuş. Hâlbuki parti mercilerine belediye başkanı aday tespitinde ideolojik olarak etek davranmadıklarına dikkat çekmiştim. Mevlana. “Sen ne söylersen söyle, senin söylediğin karşındakinin aklı nispetindedir.” der. Olay biraz bu galiba. “Eşek osurdu yel götürdü.” Misali, sanki ben hiçbir şey söylememişim tutmuşlar belediye meclis üyeliği kontenjan 1. sıra adaylığına yakasında her partiden rozet taşıyan bir müteahhidi koymuşlar. Üstelik söylentiye göre partiye o şahıstan 200 bin lira bağış alarak yapmışlar bunu. Yazık.
***
Geçenlerde Zonguldak AKP Belediye Başkan Adayı olan ‘zat’ın seçim çalışmaları sözlerinden bir cümleyi buraya alıntılayarak eleştiri de bulunmuştum, ne demişti bu malum ‘zat’: “ Kozlu’yu satma meselesine gelince, evet sattık, gerekirse Zonguldak’ı da satacağız. Sattık da cebimize mi koyduk? O sattı denilen yerlerde onlarca insan ekmek yiyor.”
Kanımca Türkçe sözler ve anlamları konusunda biraz ‘malul’ bu zat, satmanın gerçekte ne anlama geldiğini pek bilmiyor. Ben de gerçekte yaptığının ne anlama geldiğini göz önünde bulundurarak, paraların yüklenici firmaların cebine konulduğunu, kamu malı arsaları peşkeş çektiğini ve İL-BANK kasasını hortumlanmasına aracı olduğunu yazmıştım, önceki yazımda. Sanki “Eşek osurdu yel götürdü.” Hala mevcut suçlarını artıran laflar sallamaya devam ediyor mahalle gezilerinde.
Yapılan iş, AKP’nin Türkiye genelinde yaptığının tıpatıp aynısı: Çocukların cep harçlığına varana kadar halkın cebinde olan parayı, hatta onun olmayan parayı kredi kartları aracılığıyla tahsil eden dükkânlar, işyerleri, kaydıraklar-salıncaklar-gondollar, AVM’ler, Outlet Center’lar açmak. Üretime yönelik tek kuruşluk bir yatırım yok ortalıkta. Bunun ilerde nasıl bir vahim sonuç doğuracağını hep birlikte göreceğiz. Böyle eleştirince de diyor ki, “Kendini entelektüel sananların bu ülkeye hiçbir yarar sağlamadığını bizler biliyoruz. Vatandaşın derdini sıkıntısını bilmedikten sonra çok kitap okumuşsun neye yarayacak?”
Hırsızlık ve yolsuzluk yapmaktan iyidir yine de, sayın ‘zat!..
Hırsızlık, mala ve mülkiyet hakkına karşı işlenen temel suçlardan biridir. Başkasına ait bir malı, korunduğu yerden, sahibinin bilgisi dışında gizlice almak demektir. Daha edebi bir deyimle ifade edersek, hırsızlık, bir insanın ter dökmek suretiyle kazandığı malı çalmak, kalbini yaralayacak bir hıyanette bulunmak, vicdanı acıtmak demektir.
Bir de hırsızlığa eşdeğer “yolsuzluk” diye bir deyim var. Hırsızlıkla bağlantılı bir kavram olmakla birlikte, uluslararası kuruluşlar tarafından “Kamu güç, görev ve yetkisini çıkar sağlamak için kötüye kullanılması.” şeklinde yapılmış bir tanım var elimizde.
Şimdi, bu tanıma göre, ‘sattıysam sattım’ mealinde “sattım” diyen bu “zat”, ne yapmıştır sizce sevgili okurlar? Yolsuzluk mu, yoksa hırsızlık mı? Yoksa masum mu?
Devleti ve kurumlarını elinde bulunduranların, hırsızlık ve yolsuzluk nedeniyle hak ettikleri cezaya tabi tutulmadığını bu ülkede, bazen baklava çalan çocuklara haksızlık yapıldığını düşünüyorum bu noktada. Mayınlı arazide hayvan otlattı diye öldürülen, polis aracına taş attı diye kolu kırılan çocukların “ah’ı” sarılır mı bir gün bunların boynuna?