Kimi, sağlık varsa, para varsa, kimi de, sevgi varsa huzur vardır der. Öyle ya da böyle; kazanılması ne kadar zorsa, kaybedilmesi de o kadar kolaydır. Pamuk ipliğine bağlı. Ne olduğunu, ne olmadığını dahi sorgulayamadan avuçlarınızın içinden uçup gider.  Aldığımız oksijenin yok oluşu gibidir huzuru kaybetmek. Ve çölde susuz kalmak...

Birçoğumuzun sosyal medyada en çok tıkladığımız resim, fotoğraf nedir biliyor musunuz? Ormanlarla etrafı kaplı bir göl, masmavi bir deniz ya da karlar içinde dumanı tüten bir ev. Kısacası tabiatın her şekli. Baharı, yazı, kışı ve sonbaharı… Altında da yazan bir yazı gözümüze çarpar; tek kelimelik: ”Huzur”. Tarifini yazılarla, özlü sözlerle değil görsel olarak yaptığımız ve bugünlerde en ihtiyaç duyduğumuz şey: ”Huzur”.

Siyasetin çirkin yüzünü gördüğümüz bugünlerde, iftiraların, dedikoduların yalanın ve hırsızlığın tavan yaptığı şu anlardan kaçmak isteyenler… Nefret sözcükleri ile küfürlerin çıktığı ağızlardan uzaklaşmak isteyenler… Üstümüze, üstümüze gelen kalabalıklardan, yeşilden yoksun şehirlerden, zehir saçan bacalardan, kirli siyasetten, fütursuzca bağıran-çağıran, menfaatperver, hasis, kin saçan insanlardan kaçmak isteyenler… Sen, ben ve onlar… Bizler, sizler ne istiyoruz ? Huzur efendim huzur… Onu da nerde arıyor sizce? Güneşin parlaklığında, ormanın derinliğinde, denizin maviliğinde ve de dostun sıcaklığında. Gülen, umut ve neşe saçan bir yüzde. Hatta karmaşıklıktan uzak yalnızlığımızda, sessizlikte aramaktayız. Bazen okuduğumuz bir kitapta, şiirde ve romanın bir kahramanında. Beğenilip beğenilmeme endişesi olmadan; suya, ağaca, böceğe ya da bir sevgiliye  okuduğumuz dörtlükte… Katıla katıla gülmekte, böğüre böğüre ağlamakta, avazımız çıktığınca bağırmakta aramalıyız huzuru… Özgürce.

Birkaç haftadır uzaktım sizlerden. Yazı yazamadım. Huzurum yoktu. Gerildim ama birazda gerdim. Ve sonunda da problemi çözdüm rahatladım. Kaybolan huzurumu bulup geri getirmek benim için elzemdi. Ben buldum. Herkesin en önemli görevi bu olmalı bence. Eğer kişide yoksa toplumda nasıl sağlarız huzuru. Önce fert, sonra aile ve en sonunda da toplumda gelişen bu duygu, gelişir büyürse gelecekte aydınlıktır. Bir manzara resmi veyahut izlediğimiz bir doğa belgeseli ile huzura duyulan özlemi yakalamak tamamen kendimizin bu yolda atacağı adıma bağlıdır. Unutmamak lazım, huzur kendiliğinden gelmez! Bizim ona gitmemiz ve bu yolda göstereceğimiz çabaya bağlıdır.

Birey olarak kazanılan huzur, önce küçük aileye sonra büyük aileye en sonunda da topluma yansır demiştik. Bu yüzden kişisel olarak bu kazancı elde etmeye çalışılmalı. Peki, neler yapmalıyız? Size, yaşadıklarımdan birkaç ipucu: “Seçtiğiniz arkadaşlarınız size dost olmalı! Boy pos, siyasi görüş, para pul, makam, cinsiyet değil; olaylara, kişilere bakış açılarınız, gönülleriniz örtüşmeli! Sizi üzen, içinde hasislik sezdiğiniz, güvensizliğini hissettiğiniz arkadaşlarınızla olan ilişkiyi ötelemeden kesiniz! Onları hayatınızdan silip bir kez daha şans tanımayın! Beyni, yüreği küçük insanların söylediklerinin, yazdıklarının sizi etkilemesine müsaade etmeyiniz! Unutmayın boş tenekenin sesi her zaman fazladır. Çirkinleşen siyasetten uzak duracaksınız! Çevrenize duyarlı, tabiatı koruyup kollamayı görev addedeceksiniz! Fırsat buldukça doğaya koşacaksınız! Şelalenin serinliğini, derenin coşkusunu, çiçeğin güzelliğini ve kelebeğin özgürlüğünü dokunarak, duyarak ve onları kucaklayarak hissedeceksiniz! Vee.. bugünlerde televizyon kanallarındaki haber ile tartışma programlarından uzak duracaksınız!  Böceği, çiçeği gösteren belgesellerden şaşmayacaksınız!” Benden söylemesi…

 

 

Unutmayalım ki, huzuru sağlayacak olan kendimiziz. Huzur ne koltukta ne de yatak da uzanarak sağlanır. Onu sağlayacak olan beynimiz ve onun hitap ettiği yüreğimizdir. Ey..! Rabbim: Huzuru bize kutup yıldızı kadar uzak değil ; kalp atışı kadar yakın eyle! Bizleri, insan kılığına girmiş şeytanlardan koru! Ailelerimize ve de ülkemize huzur ver! Amin.

 

Not: “Son zamanlarda şehir olarak tarifi mümkün olmayan acılar yaşadık. Her ikisi de üniversite son sınıf öğrencisi olan, Burcu Çamur ve ardından da Mert Çebi’mizi trafik kazalarında kaybettik. Yüreğimiz yandı. Aramızdan ‘melek’ olup uçtular. Anneleri kuzularını,  babaları yavrularını bizler evlatlarımızı yitirdik. Onlar hiç şüphem yok ‘cennetteler’. Allah gani, gani rahmet eylesin. Yakınlarına da,  ya rabbim sabır ver, sabır ver ne olursun..!”