Ey gidi günler…

Babam uzun yıllar E.K.İ de  “Ekonoma”da çalıştı. En son Fener Ekonaması’ndan emekli oldu. Bir çoğumuz bilir; ekonoma satış mağazaları, çalışanların hemen hemen her türlü ihtiyaçlarının karşılandığı yerlerdi. İçinde ne ararsan bulursun. Unundan, pirincine, ayakkabıdan, elbiseye; bardağından, tabağına ve atletinden, pantolonuna hatta sigarasından rakısına kadar her şey vardı. Köy bakkalının market hali dersek sanırım isabetli olur. Bir başka deyişle “Emekçi dükkanı” da diyebiliriz.

İşçinin, memurun bu tedarik merkezlerinin yanında, eğlenmesi dinlenmesi içinde, sineması, plajı ve yaz kamplarını da E.K.İ kurumu düşünmüştü. Kandillide, Amasra’da, Kozlu’da en güzel sahillerde plajlar mevcuttu. Merkezdeki “Orta Kapuz Plajı” en meşhurlarından biriydi. Ve tabi ki, her ne kadar işçi memur ve aileleri yararlanacak deyip yapılmış olsa da, “Deniz Kulübü” genelde şehrimizin esnaflarının, E.K.İ’ nin mühendislerinin ve doktorlarının hizmetinde olmuştur. Hem plaj, hem de yemek yenilip içki içilen, düğünlerin nişanların yapıldığı müzikli bir mekandı. Üyelik sistemi ile girişler kontrol altında olduğundan bir çoğumuzun giremediği bir yerdi. Çelikel’de son sınıf öğrencisi iken, ergenlik çağlarımızda üç kafadar girelim bakalım nasıl bir yer burası deyip oturduk bir kenarda. Ne yani burası E.K.İ nin değil mi? Babalarımızda bu kurumdan. Eee… ne oldu dersiniz? Pala bıyıklı Rüstem Ağa bizi kolumuzdan tuttuğu gibi yallah dışarıya… Çok utanmıştım, sıkılmıştım. Bir o kadarda kızmıştım. Olacak iş değildi madara olduk arkadaş. Sanki herkes bize bakıyordu. Ne yalan söyleyeyim isyan edip yakıp yıkmak geldi içimden o an. Bu olaya kadar Orta Kapuzdan yüze yüze buraya gelip buranın tadını çıkarıyorduk. Ki, bu olaydan sonra bir daha buraya adımımı atmadım. Ta ki mühendis olana dek…

O yıllar, E.K.İ, Zonguldak’ın ekonomisine yön verdiği gibi kültür, sanat ve eğlencesinin de hareket merkezi idi. Her müesseseye ünlü şarkıcıları getirip moral geceleri düzenlediği gibi, Devlet ve Şehir Tiyatrolarını da şehrimize getirip en ünlü oyunlarını sergiletiyordu. Yıldız Kenter, Şükran Güngör gibi sanatçıları izlemek şansına erişmiştik. Ve Sinema tabi ki… Önlerde mühendis , yönetici ve ailelerinin, bir arkada teknikerlerle şeflerin ve sonrada memurlarla işçilerin oturduğu sınıfsal ayrımın en belirgin olarak hissettirildiği sinemalar. Şimdi düşündükçe içerleniyorum. Ve hemen aklıma “Yayla Sinemasına” bin bir türlü zorluklarla çıkarttığımız kartla ilk girişim geldi. Abimle ben film hastası idik. Hem Yayla Sinemasına gideceğiz, hem de bedava. Vayyy… Girişteki görevliye kartlarımızı gösterip girerken bile tedirgindik. Ya almazlarsa! Bir problem çıkar mı acaba? Düşüne düşüne içeri heyecanla girip, o kadar boş yer varken en arkaya oturmamız hep bu tedirginliğimizdendi. Devre aralarında bile oturduğumuz yerden kalkamazdık; çişimiz gelse bile. Ne olur ne olmaz diye. Lakin ne seyri keyifli filimler izledik burada. Seyrettiklerimizin çoğu alt yazılı idi. Önceleri zorlansak da alışmak kolay olmuştu. Lisa Minellinin, Elvis Presley ile Dean Martinin müzikallerini, Sammy Davisin “Tuz,biber,dinamit” adlı macera komedi serisini, Barbara Streinin en şirin filmlerini izlemek ne güzeldi bir bilebilseniz. Sinemadan çıkarken Yul Breynerin “Tarasbulbasını” birbirimize anlata anlata ”vay bee, yuh yahu…” sesleri filmi yeniden yaşayarak evimizin yoluna koyulurduk yol ne çabuk biterdi bir bilseniz…  Ey gidi günler… Eyyy…

Yaz gelip tatile girdiğimizde, soluğu E.K.İ’nin Orta Kapuz Plajı”nda alırdık. Tertemiz denizinde kulaçlarımızı atarken gülüşmelerimize ortak olurdu dalgalar. Dalıp çıkardığımız midyeler, ateş üstünde, teneke üzerinde ağızlarını açtığında, nasılda yumulurduk domatesli ekmeğe. Bir de plaj kantininden aldığımız Ankara Gazozu yanında nasıl içilirdi bir bilseniz… Ne mutluluktu o öyle. Arkadaşlık, dostluk, neşe ve bitmeyen kahkahalar. Tramplenden yaptığımız gösteriler ve güzel kızlara kaçamak bakışlar en büyük zevkimizdi. E.K.İ Plaj kantininden her ihtiyacımızı alabiliyorduk. Fiatlar o kadar hesaplıydı ki, sınırlı bütçemizi hiç zorlamıyordu bile. Teşekkürler E.K.İ…Tek cümle ile sinema, tiyatro ve plaj: “Made in E.K.İ”…

Şimdi bunlar yok. Kısacası bu şehrin kültürünü, sanatını, eğlencesini destekleyen E.K.İ gibi bir kurum da yok. Belediye mi ?! Güldürmeyin beni var olanı kapatıyor! Kültür Bakanlığı mı?! Elindeki AKM’nin dahi bakım onarımını doğru dürüst yapamıyor! Hafta sonları sahnelenen Devlet Tiyatrosu oyunları, acaba bu hafta oynayacak mı oynamayacak mı endişesini dahi gideremediler. Ama bir umut var gibi… Son yıllarda yaptığı sanatsal şölenlerle, dinleti ve söyleyişlerle Bülent Ecevit Üniversitesi var. Yalnız gençlere değil, bize de hitap ediyor bu etkinlikler. Şu anda yapımı devam eden “Kapalı Yüzme Havuzu Kompleksi” ve düşünülen “Kongre ve Kültür Sarayını” yapıp biz Zonguldak halkına sunarlarsa işte o zaman beklenen umut yeniden doğmuş olacak. Umudumun gerçekleşmesi; şimdiki gençliğin bir sonraki kuşağa aktaracağı yaşanılmış güzel anılarının varlığı demek olacaktır. Hayallerimin palto gibi askıda kalmaması dileği ile…