“Şiddet” kavramının nedenleri araştırıldığında, karşınıza kesinlikle insani olmayan, insana yakışmayan bir mekanizma çıkacaktır.

Temelini sömürü, eşitsizlik ve adaletsizliklerin oluşturduğu bir mekanizma!

Bir insanın, “egemen oldum”  sanısına kapıldığı ve o insanın yanılsamalarından beslenen bir mekanizma!

Bir insanın kendini “egemen” hissederek, duygularına ve en nihayetinde asıl egemenlere tutsak olduğu bir mekanizmadır bu…

Çağımızda, bu mekanizmanın adı, kapitalizmdir.

Pençesi altına aldığı bir toplumun insanlarını kristalize eden, bölen, parçalayan ve ufalayarak tozlaştırıp, insanın özündeki hasletleri “yok” eden bir mekanizmadır bu…

Eşitsizliklere ve adaletsizliklere dayanan bu mekanizmayı çözemediğimiz sürece, alternatifini ortaya koyup topluma anlatamadığımız sürece, bizleri insan olmanın uzaklarına sürükleyen bu mekanizmanın içinde her ne şekilde olursa olsun, “yaşamaya” ya da bazen sadece hayatta kalmaya çabalayacağız!

Acımasız vahşi dişlileri arasında en tepeden en aşağıya kadar ezileceğimiz, ama bir gün mutlaka ezileceğimiz ve her geçen gün faşizme evrilen bir mekanizmanın aparatları olarak kalacağız.

Konumuz ne?

Şiddet, vahşet ve fırsat!

Şimdi şiddet olgusunu ele alacak olsak, bin bir türlü önyargılı duvarlar çıkar önümüze…

Vahşet olgusunu tartışacak olsak, yine öyle…

Fırsat olgusunu masaya yatıracak olsak, yine öyle!

Neresinden tutacak olursanız olun, doğru düzgün tartışma olanakları tercihen yok edilmiştir.

Tartışamazsınız!

Çünkü olguların yerini algılar almıştır.

Yaşadığımız hayatın gerçekleri, sanal alemler tarafından kuşatılmıştır.

Bir meseleyi tartışarak çözüme ulaştırmanın önüne, kalın bir taş duvar gibi önyargılar dikilmiştir…

Yalan, riya, dalkavukluk, yalakalık elbirliğiyle egemenliklerini ilan etmişler yaşadığımız toplumun çürüyen hücrelerinde...

Nefret, kin, öfke ve vahşet teslim almış tüm insani değerlerimizi ve kendilerinden emin bir şekilde kurulmuşlar sıfırlanan adalet duygusunun yerine...

“Şiddet” hayatın tüm yönleriyle sömürülmesine dayanan kapitalist devletin şiddeti…

“Vahşet” egemen ideolojinin yeniden yeniden ürettiği ve etnik, dinsel, cinsel ayrımcılığa dayalı olarak sürdürdüğü politikaların planlayıcısı kapitalist devletin vahşeti…

“Fırsat” kavramı tüm olumsuz yüklemlerinden kurtulmuş, akılcılığı ve tüm etik kuralları yerle bir eden “fırsatçılık”, her anlamda olumluluk zırhını kuşanabilmiş ise, bu da her alanda liberal politikaları uygulamaya sokan kapitalist devletin eseridir…

Egemen sınıfların hizmetinde, süreç içerisinde kendileri de patronlaşan burjuva siyasetçilerin eseridir…

Kapitalist sömürü düzeni insana, doğaya ve yaşama savaş açmıştır; saldırılarını da şiddet, vahşet ve fırsat üçlüsüyle sürdürmektedir!

Sokaklarda özgürleşen hayatlarımız, yine aynı sokaklarda tezgahlanan kanlı bir şiddet ve vahşetle kuşatma altına alınmak istenmektedir.

Özgecan canımız…

Adına “İş Kazası” denilen iş cinayetlerinde ölen canlarımız.

Adına “Namus, tahrik, psikolojik baskı, cinnet” ne derseniz deyin, kadına yönelik şiddetle işlenen cinayetlerde ölen kadın canlarımız.

Ve işlenen bu tüm cinayetleri, fırsata dönüştüren bir sömürü sistemi ve iktidar var ki; canlarımıza kast eden amansız düşmanımız!

Binlerce insanın öldüğü depremleri, binlerce işçinin öldüğü iş cinayetlerini ve binlerce kadının katledildiği kadın cinayetlerini, siyasi malzeme yapan ve bir fırsata dönüştürmeye çalışan siyasetçilerimiz var…

Kadına yönelik şiddetin köklerinin anlaşılabilmesi; Kadını toplumsal yaşamdan dışlayan ve erkeğin hizmetinde olması gereken bir meta olarak kurgulayan, karanlık sömürü düzeninin sorgulanmasıyla mümkün olabilir...

“Paralel, üçgen, prizma devlet” derken, pes etmiş bir ana muhalefet ve sınırları belli bir muhalefet! Mecliste millete oynanan Karagöz, Hacivat!

Süleyman Şah Türbesi, MİT, PYD ve Suriye’de yapılan tahkimat!

İş cinayetleri ve kadın cinayetleri her geçen gün artarak sürerken; Özgecan cinayeti dahi, çoktan gündemin alt sıralarına düşürüldü bile!

Vahşi bir cinayetin ardında, AKP iktidarının yeniden geri getirmeye çalıştığı “İDAM” tartışmaları kaldı.

Şimdi kanlı sömürü kazanında, hamaset siyaseti ve ona bağlı olarak idam cezasının geri getirilmesi pişiriliyor.

Faşist başkanlık sistemi için hazırlanan İç Güvenlik Yasa Tasarısı mecliste görüşülüyor. Belki de, maddelerden birisine idam cezası da eklenecek!

“İdam” devlet eliyle işlenen cinayettir!

İdam cezası, bu ülkede daha 15 yıl öncesine kadar vardı…

Bir düşünün; bu ülkede daha çok kimler asılarak idam edildi?

Devlet ise işçilerin ve emekçi halkın egemenliğinde değil, sermaye sınıfının ve patronların egemenliğindedir.

Burjuvaların devleti, bulduğu ilk fırsatta kimleri asar dersiniz?

Asla unutmayalım, asla teslim olmayalım…