Doktor, hasta ve hastane. Bu bir sağlık üçgenidir. Her bir noktası birbiri ile kesişirler. Eğer doktor ve hastane sağlam durmazsa arada hasta eriyip yok olur. Üçgen tamamlanmaz. Tabi hasta da zamanında tedaviye gelmezse, diğer noktalar ne kadar sağlam olursa olsun, sonuç pek randımanlı olmaz. Rahatsızlığımdan ötürü ben bu üçgenin bir ferdi olmuştum. Yakınlarımın ve benim bilinçli olmam bu üçgenin köşelerinde sıkışıp yok olmama engel olmuştur. Bu nedenle, bu üçgenin iyi yönetilip yönlendirilmesi zaruridir.
Doktorluk, insanla birebir ilişki kuran nadide bir meslektir. Eğitim-öğretimimizdeki öncümüz öğretmenlik, tedavimizde baş yardımcımız hemşirelik gibi. Bence dünyanın en meşakkatli bir o kadar da en zevkli mesleğidir de. Çünkü sevgi, hoş görü baş temasıdır aynı zamanda. Delinince ciğerimiz, kesilince soluğumuz ona koşarız. Nefesimiz, sesimizdir onlar. Atamayan hatta kırılan kalpleri bile düzeltirler. Kısacası görmeyen gözümüz, duymayan kulağımız, kırılan kolumuzdur pek tabi ki.
Ve herkes doktor olamamalı bence. En yüksek puan alanın değil, insana en yüksek değer verebilenin olmalı bu meslek. Bilginin yanında sevgi dolu olmalı yüreklerinde. Yoksa gecesi gündüzü olmayan bu çilekeş meslek başka nasıl yapıla bilinir ki? Nöbeti bol, sosyal hayatı yok. Sevgi olmadan çekilebilecek meslek mi sizce?
Aldıkları, daha doğrusu alamadıkları maaşlarını dile dolarız hep. Fazlaydı azdı muhabbetleri nerdeyse her gün yapılmakta ve meslektekilerini üzmekte. Şu anda aldıkları ücretlerle hiçbir hekimin hakkı ödenemez. Onların, para hesabı yapmamaları ve sıkıntıları olmamalı. Rahat ve huzurlu yaşamalılar. Mali sıkıntılarla beyinlerini yormamalı, bu konuda hasta ile karşı karşıya bırakılmamalı. Devlet, bu meslekte hizmet eden hekimlerle verilen paranın hesabını yapmamalı en üst seviyede değerlendirmelidir.
“Performans” denilen abuk sabuk sistemlerle hekimlerimizi su beygiri gibi koşturmanın ne gibi getirisi ve götürüsü vardır, bunu iyi kavramalı. Bu koşturmacayla hastalara daha çok hizmet, devlete daha az masraf diye düşünenler çok yanılıyor bence. Puanlarını artırmak için, anlamsız tıbbi tetkikler, gereksiz sayıda ameliyatlar, sizce maliyeti artırmakta ve hastalara çile çektirmekten başka nedir ki? Doktorları gereksiz tedavi yöntemlerine başvurmak zorunda bırakmak, onların etik değerleri ile oynamak ne kadar doğru olabilir ki? Düşünün, hastaya bile dokunmadan onların hikâyelerini dinlemeden yapılan tedaviyi ve onlara buna zorlayanlar kendinizde hiç suç aradınız mı? Hekimi, hastayla karşı karşıya getirmeden, bir an evvel bu sorun çözülmeli. Meslek felsefesine ve etiğine saygılı olmak istiyorsak eğer.
Sağlığı, ticari bir meta olmaktan çıkarmalı; hastanın güvenini, sevgisini kazanan sevimli, babacan bir hekim imajını hiç vakit geçirmeden yeniden kazandırmalıyız. “Benim doktorum” ya da “benim hastam” diyebilmeli herkes. Yoksa ne kadar çok hasta, ne kadar çok ameliyat ve o kadar para diyen paragöz doktorlar kalır hafızamızda.
Hekimlerimizi, hastalarımızı umutsuz ve de mutsuz görmek istemiyorsak ve bu mesleğin halkın gözünde düşürülen itibarını geri getirmek istiyorsak, “performans sisteminin” en kısa zamanda kaldırılıp, yerine insana değer veren, onların hakkını devletin verdiği bir düzen getirilmeliyiz. Hastalarımıza, beş dakika değil en az yirmi dakika ayıran tedavi yöntemlerini bulup uygulamak ise sağlımızı yönetenlerin birinci vazifesidir. Buna odaklanmalılar. Hastaya ve hekimine saygıdan ötürü.
Not:
*Atatürk Devlet Hastanesi kliniğinde, hastaca çok kalabalık olan katlardaki doktorların daha az yoğun olan bölümlere taşınmasını ve yoğun bakım ünitelerindeki yatak sayılarının artırmalarını öneririm.
* Bülent Ecevit Üniversitesi’nde, Amerika’daki hastanelerde dahi görmediğim yoğun bakım ünitelerinin modernliği ve acil servisindeki yapılanma ve iyileştirmeden dolay da sebep olanlara teşekkürü borç bilirim.