Çocukluk arkadaşım Satılmış Ali, Almanya’dan geldi. Neredeyse on yıl aradan sonra gördüğüm arkadaşımı eski formunda buldum. Önceki gün Çaycuma Öğretmenler Evinin önünde çay içip uzunca söyleştik.
“Hoca, buralar epey değişmiş. Yollar, mollar...”
“Değişti” dedim; “Yollar mollar...”
“Senin canını sıkkın görüyorum; bir sorun mu var?”
“Yok bir sorun Satılmış; ‘ufalayınca’ geçiyor!”
“Ne demek o?”
“Bilirsin, çocukluğum ve gençliğimde pek haylazdım. Bir keresinde dizimi kapıya vurmuş, iyice canımı yakmıştım. Hatta ağlamıştım. Annem bana o altın öğüdü vermişti; ‘Ufala oğlum, geçer!’ Eh ben de öyle yapmış, ovalamıştım ama çok da geçmemişti.”
Satılmış Ali, her zaman olduğu gibi söze daldı;
“Sen solcu adamsın...”
“Bak yoldaş, söze böyle girersen boğulursun. Şu sağcılık, solculuk işini bir tanımlayalım da herkes yerini bilsin. Sonra dersin diyeceğini!”
“Madem öyle diyorsun; buyur!”
“Sen de bilirsin, Rönesans döneminde yani Fransız Devrimi zamanları, Fransa Kralı faşist 16. Louis’nin Sarayında meclis başkanı Mounier'in başkanlığında halk önderleriyle toplanırlar. Fransa Kralı’nı destekleyen soylular yani zenginlik ve lüks içinde yaşayan kesim ile ruhban sınıfı yani Hıristiyan din adamları Mounier’ın ‘sağ’ tarafına otururlar. Çok seslilik, demokrasi, hukuk, eşitlik ve özgürlük isteyen yani halktan yana olan temsilcilerse ‘sol’ tarafa oturur.
O gün, bu gündür; özgürlük, sosyal adalet, işçi hakkı, emek, iş, aş isteyenler ve bu istekleri kurdukları sendika veya partilerle dile getirenler, yani ‘halktan yana olanlar’ solcu olarak adlandırılır. Tek adamlar ve bu adamların her daim devlet ve milletin bekası için var olduğuna inanan ve bu inancına dinden sebepler bulup sömürü düzeninden pay alanlar, yani ‘halka karşı olanlar’ da sağcı olarak adlandırılır.”
“Bu durumda senin safın belli!”
“Elbette...” dedim.
Tam o sırada çay dağıtan Öğretmenler Evi emekçisi Bülent’e seslendim; “Bülent! Ağır konuğum var; bize iki çay!”
Bülent’in getirdiği sıcak çayları içerken aramızda geçen söyleşinin konu başlıkları şunlardı;
...
“Pehlivanlar Kent Ormanıyla başladı her şey. Kesilmesi gereken; yedi, işaretlenen; yirmi iki buna karşın kesilen; yirmi yedi ağacın akıbetini soruşturan Çaycuma Kent Konseyi ağır bir baskı altına girdi ve şehrin öz dinamiklerini oluşturan on iki Yürütme Kurulu Üyesinin istifasıyla çöktü! Güzel bir umut olarak kurulan Kent Konseyi’ne harakiri yapılmış olundu!”
...
“Öğrenci kimlik bilgileri verilip Çaycuma’daki FETÖ dershanelerine yönlendirilirken, bizler bunu önlemek için bizzat devletin kendisiyle boğuşuyorduk. Gene bir FETÖ projesi olan Kutlu Doğum Haftasının hem dinsel hem de devletin geleceği açısından bir tehlike olduğunu bağırırken kaymakam ve müftüyle el ele millete gül dağıtmalara tanıklık etmek içimizi acıttı hep! Hakeza, gerici vakıf etkinliklerinde boy gösterilmesi de öyle!”
...
“Öğretmenler Evi önündeki ulu çınarlarda yapılan ‘uç budama’ bir başka gerilme noktası oldu. Oysa bu ağaçlar kendi temizliğini kendi yapan ağaçlardır ve uç budama bu ağaçların ömrünü kısaltır. Kimse dinlemedi!”
...
“Adına Yaşam Park denilen alanın girişinde AKP’li başkanın izin verdiği baz istasyonunun yanına ondan daha büyük ve gürültülü sesler çıkaran ikinci baz istasyonu CHP’li belediye döneminde dikilince millet uyanır gibi oldu ama yapılan diğer güzel işlerin yüzü suyu hürmetine sineye çekildi!”
...
“Üretici Köylü Pazarıyla, Sebze Pazarı arasındaki araba park alanının ücretli yapılması işin çığırından çıkmakta olduğunun bir işaretiydi. Ardından Çom-Büs Otobüsleri ücretli duruma getirildi. Hasta, engelli ve yaşlılar başta olmak üzere Devlet Hastanesine çıkışı kolaylaştıracağı ve ücretsiz olacağı vaat edilen asansör ücretli duruma getirildi. Derken son bomba patladı; ‘Taş Parası!’ Bir başka deyimle; “Kaldırım Katkı Payı”
Şehrin ana ve ara yollarına döşenen kaldırım taşlarının ücreti, yola bitişik evlerden alınma kararıydı bu! İlke olarak da ödenebilirlik olarak da açıklanabilecek bir durum değil! Kazan fokurdayarak kaynamaya başladı!”
...
“FETÖ soruşturmaları kapsamında bir kısmı tutuklu, bir kısmı merkeze çekilerek kızağa alınan eski Çaycuma kaymakamlarının tamamının ‘Fahri Hemşeri’ ilan edilip adlarına ‘Hemşerilik Beratı’ düzenlenmesinin neye hizmet ettiği ve somut gerekçelerinin neler olduğu bir türlü anlaşılamadı.”
...
“Çaycumalılar Buluşuyor adıyla organize edilen etkinlikler için uydurulan ‘Çaycumalılık Ödülleri’ ilçe kaymakamı ve karakol komutanına verilirken, Çaycumalı bir değerli eğitimcinin de yanlarına çerez edilmesi ve bu kararın tek kişi tarafından alınıp dayatılması kulislerde çalkantılara neden oldu.”
...
Satılmış Ali, soruyu yapıştırdı;
“İtiraz edip uyarmadınız mı? Olanları sessizce izlediniz mi? Yapılan onca güzel işin yanına şimdi bu tür saçmalıklar hiç yakıştı mı? ”
“Valla Satılmış, bu ve benzer soruların yanıtı yok!”
“Yanıtsız soru mu olurmuş; saçmalama!”
Tam o sırada bize bir güzellik yapmak isteyen Bülent, elinde tepsisiyle çıkageldi. Ne yazık ki yandan geçen bir yurttaşın kolu Bülent’e çarpınca olanlar oldu. Sıcak iki bardak çay bizim Satılmış Ali’nin kucağına döküldü!
Satılmış ayağa fırladı; “Oy! Yandım! Yaktın beni!”
Hınzırca gülüp tanıyı koydum; “Korkma bir şey olmaz!”
Satılmış hınçla yüzüme baktı! Gülerek devam ettim;
“İlk çaylar iyiydi ama ikinci çaylar yaktı! Bir şey olmaz Satılmış; ‘Ufala; geçer!”.
Satılmış Ali bu; yutar mı?
“Ne demeye çalışıyorsun yoldaş? Baksana yandım; hiç ufalamakla geçer mi?”
“Haklısın yoldaş! Biz de çok ‘ufalıyoruz’ ama ‘geçmiyor’!”