Madenlerin Koruyucusu Santa Barbara
Madenlerin ilk Şehidi Uzun Mehmet
Önümüzdeki hafta Dünya Madencilik Haftası kutlamaları yapılacak. Yazarımız Ekrem Murat Zaman her yıl tüm dünyada kutlanan haftanın tarihsel geri planına ışık tutuyor. Bir Hıristiyan geleneği olarak başlanan ancak daha sonraki süreçlerde tüm dünyada doğayla savaşan yeraltı insanlarının, maden emekçilerinin sorunlarının paylaşılıp dayanışma duygularının yükseltildiği günler haline dönüşen kutlamaların, cumhuriyeti kuranlarca Türklere özgü bir içerik kazandırmak için nasıl çaba harcadığını anlatıyor. Havzada oluşan madencilik kültürünün en değerli ismi olan Uzun Mehmet’e göndermelerin de olduğu makaleyi, hep öğrenerek, hem de keyif alarak okuyacağınızı umuyoruz.
Zonguldak, balolar ve danslı müzikli eğlence günleri ile (Anadolu şehirleri arasında) tanışan ilk şehir olma özelliğini taşır. Bunun nedeni tabi ki dilimize Sırpçadan giren (comur) kömürdür… Zonguldak ve çevresinde yaşayan Hıristiyanlarla madencilik etkinlikleri için -çeşitli nedenlerle havzaya gelmiş- Fransız, İtalyan ve diğer yabancı uyruklular, kendi kültürlerine göre madencilerin koruyucusu olarak kabul edilen Azize Santa Barbara anısına, müzikli ve danslı madenci bayramı ‘Santa Barbara Yortusu’ yaparlar.
Azize Barbara, İzmit’te, yani Nikomedia’da yaşamıştır. Hıristiyanlığın ilk yayılma dönemlerinde Roma'nın çok önemli bir kenti olur Nikomedia. Nikomedia’nın Roma, İskenderiye, Bağdat ile birlikte dünyanın dördüncü büyük yerleşim yeri olması, İstanbul'dan önce bir süre Roma İmparatorluğu’nun da merkezi işlevini üstlenmesini sağlamıştır. İzmit'in bir diğer önemi dinler tarihi açısındandır. Bu bölgede ilk Hıristiyanlara büyük işkenceler yapılmış, bu dönemde ölenler kilisenin azize ve azizlerinin önemli bir bölümünü oluşturmuşlardır. Hıristiyanlık dini, inanç tarihini büyük ölçüde bu dönemin üzerine kurmuştur. Bu yönden Nikomedia en az Efes kadar Hıristiyanlık tarihinin temel kentlerindendir. 303 yılında Romalıların Hıristiyan katliam fermanı burada da uygulanmaya başlanmış ve binlerce Hıristiyan tiyatro ve sirklerde vahşi hayvanların önüne atılmıştır. Yaşanası ve zengin fay hattı üzerindeki Nikomedia’da doğan Santa Barbara, bu tarihin önemli isimlerinden birisidir.
Günümüzde ismini dünya üzerinde çok sayıda kentte, kilisede ve garip bir rastlantı olarak Kaliforniya’da, dünyanın en zengin petrol yatağı Santa Barbara fay hattında sürdürmektedir. Ayrı bir rastlantı da, Anadolu’nun yegane taşkömürünün Nikomedia’nın sınır komşusu Bitinya (Zonguldak İl sınırı) toprakları içinde olmasıdır.
AHMET CEVDET’İN RAPORLARI
Aralık ayının ilk haftasında (4 Aralık Dünya Madenciler Günü) kutlamaları yapılan Santa Barbara Yortusu’nun kaynağı, şöyle anlatılır: Vali olan babası Hıristiyan olduğu için, kızını karanlık bir kuleye kapatır. Zor günler yaşayan St. Barbara, orda karanlıklar içinde ölür. O zamandan bu yana karanlıkta kalanların, yolunu şaşıranların ve madencilik gibi zor mesleklerde çalışanların koruyucu meleği ilan edilerek onurlandırılır Santa Barbara... Santa Barbara Yortusu kutlamaları devam ederken, ilk kez 1916 yılında Uzun Mehmet adına rastlıyoruz. Zonguldak Kaymakamı Ahmet Cevdet’in, Zonguldak’ın bağlı bulunduğu Bolu Mutasarrıflığı’na, 23 Aralık 1916 tarihinde gönderdiği -40 sayfadan oluşan- raporda iki ayrı söylentiye yer verilir. Bu söylentilerin ilki şu şekildedir: “1822 yılında Ereğli’nin Kestaneci köyünden gemici Hacı İsmail, köy civarından topladığı siyah taşları İstanbul’a götürerek Padişah İkinci Mahmut’a sunuyor. Bu taşlar uzmanlar tarafından incelenince maden kömürü olduğu anlaşılıyor.” Diğeri söylenti ise Ereğli’nin Niren Köyü’nden Uzun Mehmet’e dairdir: “1829 yılı Zafiranbolu (Safranbolu) Kaymakamı Hacı İsmailoğlu İsmail Ağa’nın çubukçusu (ağızlık ve diğer el sanatlarıyla uğraşan) Çatalağzı’nda bulduğu numuneleri İstanbul’a götürüp Padişah İkinci Mahmut’a sunduğu ve mükafatlandırıldığı” şeklindedir. Raporda yer verilen bu söylentiler, başkent İstanbul’a kömür örneklerinin gönderilmesine ilişkindir.
Cumhuriyet’ten sonra Santa Barbara kutlamaları, Zonguldak eşrafından Türklerin de katılımıyla devam eder. Bu durum ise bazı çevrelerce, yabancı, Hıristiyan bir kültürü kabullenme anlamı taşır. Kurtuluş Savaşı bitmiş, cumhuriyet kurulmuş, devrimler bütün hızıyla sürmektedir. Cumhuriyet aydınlanmasını halka ulaştıracak olan Halkevleri bütün ülkede kurulmaktadır. Cumhuriyet Halk Fırkası ve Zonguldak Halkevi konu hakkındaki çalışmalara başlar. Havza tarihine ilişkin çok sayıda bilgi ve belgenin, bu çalışmanın bir ürünü olarak, günümüze yansıdığını kabul etmek gerekir.
HALKEVİ’NİN ALTERNATİF KÜLTÜR ÇABALARI
Zonguldak Halkevi’nin taşkömürünün bulunuşunu bayram olarak kutlama isteğiyle (Santa Barbara Yortusu’na tepki olarak) oluşan kurul, 1932 yılında -söylentileri dikkate alarak- yaptığı inceleme sonucu, 8 Kasım 1829’u Uzun Mehmet’in taşkömürünü ‘buluş tarihi’ olarak kabul eder. 8 Kasım ‘Kömür Bayramı’ olarak, 1932 yılından itibaren kutlanmaya başlanır. Böylece konuları farklı ve birbirinin alternatifi olmayan iki ayrı efsane ortaya çıkar. Biri karanlıkta kalanların, yolunu şaşıranların ve zor koşullarda çalışanların koruyucusu Azize St. Barbara, diğeri ise, havzada kömürün varlığını yetkililere ileten -madenlerin ilk şehidi- Uzun Mehmet…
Biri dünyadaki tüm maden emekçilerinin diğeri ise, Zonguldak’ta ki madencilerin kaynaşma ve dayanışma günüdür. Kömür havzasının ‘keşfi’ üzerine çok şey yazılıp söylenmiştir. Bu konunun da 100 yıl tartışıldığı ortada. Kömürün çok eski çağlarda bilindiği gerçeği ile şu konu dikkate alınmalıdır: Yeraltı zenginliklerinin varlığının bilinmesi yeterli değildir. Yeraltı zenginliklerinin ‘rezerv’ olarak tanımlanabilmeleri için jeolojik olarak belirlenmeleri ve ekonomik değerde olmaları gerekir. Bunların dışında kalanlar kaynak diye tanımlanır. Kaynaklar, yakın bir gelecekte üretilmeleri mümkün olan yeraltı zenginlikleri potansiyelidir. Dünyada, maden kömürünün bulunuşu değil, odun ya da odun kömürü yerine kullanımına yönelik efsaneler bulunmaktadır. Maden kömürünün bulunuşuna dair Belçikalı demirci Houillos örneğinde olduğu gibi birçok ülkede değişik konularda halk arasında yüzyıllar öncesinden gelen, sonradan yazıya geçirilmiş ya da yazılmış efsaneler bulunmaktadır. Bu efsaneleri olduğu gibi kabul etmenin zararları, bilimle çürütmenin yararları da tartışma konusudur.
Uzun Mehmet devlet ilgililerinin, yazar ve sanatçıların da desteğiyle tarihimizdeki ve edebiyatımızdaki yerini almış durumdadır. Mehmet Seyda Çeliker, ‘Yanartaş’ romanında, Zonguldak denince akla kömürün geldiği dönemlerde Uzun Mehmet Anıtını şu şekilde anlatır: “Acılık’ ta çevresi tahta balkon parmaklıklarıyla kuşatılmış, kömür tozu karışık kumlu toprağına küçük beyaz çakıllar dökülmüş bir park vardır. Uzun Mehmet Parkı’dır adı. Parkın bir yerinde geniş omuzlu bronz bir işçi heykeli, bir yerinde koskoca bir madenci lambası, bunların ikisi ortasında, üç basamaklı mermer üstüne dikili, gene mermer Uzun Mehmet Anıtı.’”
Bu noktada, ilk kez ‘Hayali Uzun Mehmet’ tanımlamasını yapan Necdet Sakaoğlu’nun “...Uzun Mehmet hayalden hakikate öylesine transfer edilmiştir ki, bugün ona ilişkin bir kuşkuyu ortaya atmak düpedüz münasebetsizliktir. Bu nedenle Uzun Mehmet'in varlığına ilişkin yargıyı okuyucu oyuna bırakmak gerekir.” şeklindeki yaklaşımını da göz önüne almak yerinde olacaktır.