ATATÜRK - ÖZERKLİK - KÜRTÇÜLÜK
‘Akademisyenler’ adı altında, ‘Kürt siyasi iradesine yol haritası’ arayan, Türkçe /Kürtçe kaleme alınan ve ‘kalkışma’ niteliğindeki 1. bildiri (13 Ocak 2016), ülke de geniş tepkilere yol açtı.
Ülkemize karşı bir vekâlet savaşı uygulandığı ortamda, terörü/ teröristi savunan bu bildiri; kolluk kuvvetlerini arkadan vurmak olarak nitelendirildi.
Kamuoyunda ise ‘Vatan haininden aydın olmaz’ şeklinde karşılık buldu.
Sınırlarımız içinde çıkartılan terör olaylarının nedeni; hepimiz de biliyoruz ki, Türkiye’nin, Suriye ve Irak’ın parçalanma operasyonuna müdahil olmasını engellemektir.
Emperyalistlerin amacı: Kurtuluş Savaşı öncesinde yaptıkları gibi, sınırlarımız içindeki etnik yapılaşmayı kaşıyıp, birlik - beraberliğe zarar vermektir.
Biber gazı ve toma’nın basınçlı suyundan kaçan buterör örgütü elemanları, aldığı lojistik destek(mühimmat) ile Türkiye Cumhuriyeti’ne zaman kaybettirmedi değil.
Ancak: Türk Kolluk Kuvvetleri, gerilla Savaşı konusunda yani örtülü savaş uygulamasında büyük tecrübe kazandı. Hendeğin öbür yanına geçmenin uzun sürmesi ise, devletin duruma ‘kamu düzeni’ açısından bakmasından kaynaklandı. Yani, Kürtler ile PKK /Kürtçüleri ayırdı.
Ayırmasa, uçakla bombalar geçerdi…
Bu konuda da başarılı oldu. PKK iki türlü kaybetti. Hem 3- 4 bin yetişmiş, /ölmeyi ve öldürmeyi seven/ teröristini hem de  ‘temsilcisiyim’ dediği, seçimlerde kendisine oy veren Kürtleri kaybetti.
Siperlerinden ve sığındıkları binalardan ‘kapı kapı’ temizlenirken, eski bir ‘İngiliz Tezgâhı’nı yine/ yeniden sahneye koydular, o kadar
2. BİLDİRİ
2.Bildiri yayınlandı(16 Ocak 2016). Hedefi, İngiliz tezgâhı bir yalanı yeniden hortlatmaktı.
‘Hendekler ve barikatlar denen olay; bu gün ki kargaşanın sebebi değildir. Kürtlere 1919’da verilip tutulmayan sözlerin sonucudur’ deniyordu ikinci bildiride.
Kastettikleri şu:
Atatürk 20 Ekim 1919’da (Sivas Kongresi hemen sonrası) kararlaştırılan ‘Amasya Protokolleri’nde güya ‘Kürtlere Bağımsızlık’ vermiş...
Gerçek şu. Milli Mücadelenin henüz başı
* Kürtler, İngilizler tarafından ‘bağımsızlık için baş kaldırın’ şeklinde kışkırtılıyor.
* Ruslar, Milli Mücadeleye katkı için silah ve para yardımı yapmayı kabul ediyor. Ancak, Kürtleri yanlarına çekmek ve özgürlükleri için söz verilmesini istiyor.
* İngiliz ve Rus desteğini alan Kürtler ise, Milli Mücadeleye katılmak istemiyor.
Bu halet-i Ruhiye içinde İstanbul Hükümeti ile Heyeti Temsiliye arasında Amasya Protokolü yapıldı. Heyet-i Temsiliye de ‘Mustafa Kemal Paşa, Rafet Orbay, Bekir Sami Bey Bulunuyordu.
Buluşma neticesindeki mülakatlar sonrası dört madde üzerinde anlaşıldı.      
       1)  Osmanlı’nın (Türkiye)sınırı, Türklerin ve Kürtlerin oturduğu araziyi kapsar.
2)  Kürtlerin, Osmanlıdan(Türkiye) ayrılması imkânsızdır.
3)  Kürtlerin gelişme ve özgürlüğünü sağlayacak şekilde, (ırk hukuku, sosyal haklar bakımından) daha iyi duruma getirilmelerine izin verilecek.
      4)    Yabancılar tarafından, Kürtlerin kışkırtılmasının önüne geçilecek.
Bu protokolün hiçbir yerinde, ‘Özerk Kürdistan’ geçmemektedir.
Bu arada, Atatürk’ün1919’da ‘Kürtlük akımına elverişli alan bırakılmasın’ dediği de unutulmamalı.
Bu görüş/ protokol: 1921 Anayasası’na 11. madde olarak yer aldı.
“Dış ve iç siyaset, askeri işler, dini meseleler ve hukuk, uluslar arası iktisadi meseleler; hükümetçe konulacak genel vergiler ile muhteviyatı birden çok vilayeti ilgilendiren konular hariç olmak üzere: Büyük Millet Meclisinde konacak kanunlar çerçevesinde, vakıflar, medreseler, eğitim, sağlık, iktisadi işler, ziraat, bayındırlık hizmetleri ve sosyal konuların bir nizam dâhilinde yürütülmesi ve  idaresi, vilayet meclislerinin yetkisinde olup, vilâyet mahalli işlerde tüzel kişiliğe ve bağımsız harekete sahiptir.”
Kürtçüler, daha ziyade tebligat ve genelgelerden oluşan 1961 Anayasası 11. maddesinin, kendilerine ‘özerklik vaat ettiğini’ iddia edip, Milli Mücadeleye katıldıkları için hakları olduğunu savunurlar. Doğrusu: Vilayetlere verilen muhtariyet yani özerklik değil; tüzel kişiliktir.
Olay Nutuk’ta şöyle anlatıldı.
İngiliz koruması altında bir Kürdistan kurulmasıyla ilgili propaganda ortadan kaldırıldı. Bu amacı güdenler yola getirildi. Kürtler, Türklerle bir araya getirildi’.
Özetle: Bu madde ile Kürtlere, bağımsızlık vaat eden İngiliz politikası etkisizleştirildi. Kürtler İngilizlerin tezgâhına girmekten kurtarıldığı gibi, Milli Mücadeleye silah ve para desteği veren Rusya ikna edildi. Önemlisi: Kürtler de Milli Mücadeleye kazandırıldı.
Daha sonra yapılan 1924 Anayasası’nda bu ve benzeri maddeler yer almadı.
AYYÖŞ ve ÇHS
Amasya Protokolü; Son Osmanlı Meclisi Mebus anında kabul edilip, daha sonra TBMM’de onaylanan ve Milli Hareket’in bağımsızlık belgesi / Osmanlı’nın son manifestosu olarak kabul edilen Misak-ı Milli’de (28 Ocak 1920)yer almadı.
Yani, bağlayıcı bir yanı yok.
Kürtçüler / PKK yandaşlarının ileri sürdüğü, Türkiye’nin 1993’te Ulusal Mevzuatına kattığı ancak; onaylamadığı için uygulamadığı ‘Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı (AYYÖŞ)’ da geçerli değildir.
Çünkü: Uluslar arası hukuk’ta; imzalamak ayrı onaylamak ayrıdır.
Meselâ: Türkiye Cumhuriyeti; 1990’da kabul ettiği Çocuk Hakları Sözleşmesinin (ÇHS) üç maddesine, Lozan Antlaşması (24 Temmuz 1923)hükümleri ve ruhuna sadık kalarak çekince koyup onaylamamış, uygulamaya koymamıştır.
Türkiye’nin çekince koyduğu ÇHS’nin maddelerinde(17- 29- 30) özetle şöyle deniyor.
“Soya, dine ya da dile dayalı azınlıkların ya da yerli halkların var olduğu Devletlerde, böyle bir azınlığa mensup olan ya da yerli halktan olan çocuk, ait olduğu azınlık topluluğunun diğer üyeleri ile birlikte kendi kültüründen yararlanma, kendi dinine inanma ve uygulama ve kendi dilini kullanma hakkından yoksun bırakılamaz”.
Lozan anlaşması ise şöyle diyor:
“Türkiye Cumhuriyeti içersindeki azınlıklar, Müslüman olmayanlar olarak belirlenmiş, azınlıkların tamamı Türk uyruklu kabul edilmiştir. Azınlıklara hiçbir şekilde ayrıcalık tanınmamıştır.
Batı Trakya da yaşayan Türklerle, İstanbul da yaşayan Rumlar ve Anadolu ve Doğu Trakya da yaşayan Rumlar haricinde olan: Anadolu ve Doğu Trakya da yaşayan Rumlarla, Yunanistan’da yaşayan Türklerin mübadele edilmesi kararlaştırılmıştır”.
Lozan’ın azınlık saymadığı Kürtleri azınlık saymak, İngiliz yalanından başka bir şey değil.
Kurtuluş Savaşı yıllarında ‘Atatürk TBMM’de Kürtlere Özerklik verdi’ yalanını ortaya atanda İngiliz Robert Olson’dan başkası değil.
SEVR de HEDEF
Bu gün, Türkiye düşmanlarına vekâleten terör estirmeye çalışan, PKK ve muadillerinin (PYD- YPG)ağzına çalınan bir parmak bal da, ‘1921 Anayasası 11. maddesi’ gibi ‘Sevr Anlaşması 62 - 64 maddeleridir. Bu maddelerde “İngiliz, Fransız ve İtalyan temsilcilerinden oluşan bir komisyon, Fırat’ın doğusundaki Kürt Vilayetlerinde, bir yerel yönetim düzeni kuracak; Kürtler dilerse, Milletler Cemiyeti’ne bağımsızlık için başvurabilecek” denmektedir.
Türk Vatanı’nın parçalanmasını öngören bu SEVR Anlaşması,1.Dünya Savaşı sonrası, Yunanistan dışında hiç bir ülke tarafından tasdik edilmemiş, dolayısıyla tek uygulanmayan anlaşmadır.
SONUÇ:
Osmanlı’nın çöküşünden sonra Küllerinden doğan Türkiye’nin; nüfus, ekonomi ve askeri güç olarak büyümesi, bölgede aktör güç olması, Emperyal Devletlerin işine gelmedi.
Her fırsatta, içimizde satın alınacak/ beslemeler buldular ve huzuru bozacak terör eylemleri yaptırdılar.
Ancak, unutulmasın ki: Türkiye 1920’lerin Türkiye’si değil.
Kurtuluş Savaşında bile milyonlarca düşman ordusu karşısında, 170 bin askerle zaferler kazandık.
1974’te; yamalı bohça / koalisyon hükümeti döneminde, Kıbrıs adasının yarısını alıp, geri vermedik.
Osmanlının çöküşünde, Arapları ve Arnavutları kayıp etmemiz; emperyalizm’in aklına ‘Kürtleri kopartabilir miyiz?’ düşüncesini takabilir.
Ancak; bu gün ‘ayrılmak’ isteyen Kürtler değil, Kürtçülerdir.
Etnikçilik yapan Kürtler değil, Kürtçülerdir. Kürtler, Türklerle iç içedir. Kız alış- verişi yapmaktadır.
Dolayısıyla Kürtler: Sur, Cizre, Yüksekova’da, PKK’nın hedefi ‘Devrimci Halk Savaşı’na katılmamış, şehri terk edip, Kürtçüleri kazdıkları hendeklerin içinde bırakmışlardır.
Çözüm süreci esnasında başlatılan Ortadoğu çatışmaları da: Türkiye’nin ‘aktör ülke’ olma ivmesine darbe operasyonudur. Bu tezgâha ilk takılanda yine Kürtçüler (PKK- PYD-YPG) olmuş, süreci baltalamıştır.
1921 Anayasası’ndaki ‘tüzel kişilik’ yetkisi ile ‘özerklik’ isteme tezgâhına gelen Kürtçüler;  uygulanmayan Sevr’in maddeleriyle ‘sözde bağımsızlık’ zokasını ‘bildirilerle’ yutmuşlardır.
Kargaşa sonucu: Sur, Cizre, Yüksekova da bayrak dikecek, sonra da Birleşmiş Milletlerden bağımsızlık isteyeceklerdi(!)
Amerika ve Rusya, dün kullandıkları PKK’yı, bu gün nasıl Türkiye’nin kucağına bıraktıysa, yarında PYD ve YPG’yi bırakacaktır.
Hayat devam ediyor…