“1929 yılı 10 Ağustos günü. Atatürk, Paris Büyükelçisi olan Fethi Okyar’ın Büyükdere’deki yalısına misafir olmuştu. Fethi Okyar, Cumhurbaşkanı için bir akşam ziyafeti hazırlamıştı. Cumhurbaşkanının yalıda bulunduğunu duyan halk, onu görebilmek için buraya toplanmıştı.
O günlerde Atatürk’ün çok hasta olduğu, yataktan çıkamayacak bir durumda bulunduğu söylentisi vardı. O gün Atatürk yalının balkonuna çıktı. Kendisini görmek için caddelerini dolduran halkı selamladı, sonra şöyle dedi:
-“Benim için zahmet ediyorsunuz, mahcup oluyorum. Beni görmek demek, behemehal (mutlaka)yüzümü görmek değildir. Benim fikirlerimi, duygularımı anlıyorsanız ve hissediyorsanız bu kafidir.( yeterli)”(… )(Niyazi Ahmet Banoğlu, Nükte ve Fıkralarla Atatürk, İstanbul 1978, s. 15-16)
*****
Büyük Atatürk, kendisini bizzat görmek isteyenelere karşı “Beni görmek yerine, benim fikirlerimi, duygularımı anlıyorsanız ve hissediyorsanız bu kafidir.” diyor. Çünkü; “Benim fani(ölümlü) vücudum bir gün elbet toprak olacaktır, fakat Türkiye Cumhuriyeti ebediyete(sonsuza) kadar  yaşayacaktır” derken de; “bedenlerin ölümlü fikirlerin ise ölümsüz” olduğunu anlatmak istemiştir.
 Halkımızın seçimiyle işbaşına gelen  çeşitli iktidarlar, “Atatürk’ü anlamamızı, hissetmemizi değil, resimleriyle, şiirleriyle avunmamızı istemişlerdir”. Biz de Atatürk’ü anlamak, bilimsel çağdaş yorumlarla geliştirmek yerine; Atatürk’ün resimlerini,   sözlerini çerçeveleyerek onların tarif ettiği en kolay  yolu seçmişizdir.  “Ah Atatürk, vah Atatürk” diye  sızlanarak, onun için yazılmış çok değerli şiirleri anlamadan okuyarak(seslendirerek) içimizin sıkıntısını gidermeğe çalışmışızdır.
Atatürk’ün titizlikle kurduğu “Milli Eğitim”, günümüzde “Dini Eğitim”e dönüşmek üzeredir. Çocukluğumuzdan başlayarak araştıran, soruşturan, deney yapan “çağdaş eğitim” yerine; çocuğun ve yetişkinlerin gözünü, kulağını dış dünyaya kapatan, biat etmeğe eğilimli, her denileni itirazsız kabul eden bir toplum kurgulanıyor.
Bu ortamda “Laiklik ilkesi”nin ne kadar önemli olduğu bir kez daha  kendini gösteriyor. Önce doğru bilgiyi kaynağından öğrenmeliyiz, sonra da “toplumsal eğitim” dahil gerekli önlemleri hep birlikte almalıyız. Anlatma-Öğretme-Aydınlatma görevimizi yerine getirmeliyiz  Aşağıda Atatürk’ün bu konuda söylediklerinden bir derleme yaptık. “Anlayarak, hissederek” okumağa çalışalım..
*****
Bağlı bulunmakla inanmış ve mutlu olduğumuz İslam dinini, yüzyıllardan beri alışmış olduğu üzere, bir politika aracı durumundan kurtarmak ve yükseltmek gerektiği gerçeğini görüyoruz. Kutsal ve tanrısal olan inanç ve vicdanlarımızı, karışık ve türlü renkte bulunan ve her türlü çıkarlarla tutkuların alanı olan siyasetten ve siyasetin bütün ögelerinden bir an önce ve kesinlikle kurtarmak, milletin dünya ve ahiret mutluluğunun emrettiği bir zorunluluktur. Ancak böylece İslam dininin yüceliği gerçekleşir.(1924)
******     
Vatandaşların içinde çeşitli dinlere mensup unsurlar bulunan ve her din mensubu hakkında adil ve tarafsız tutum ve davranışta bulunmaya ve mahkemelerinde vatandaşları ve yabancılar hakkında eşit adalet uygulamakla görevli olan bir hükümet, fikir ve vicdan hürriyetlerine uymaya mecburdur.(1924)
******     
Artık Türkiye, din ve şeriat oyunlarına sahne olmaktan çok yüksektir. Bu gibi oyuncular varsa, kendilerine başka taraflarda sahne arasınlar.(1924)
******      
Efendiler, yaptığımız ve yapmakta olduğumuz  devrimlerin  amacı Türkiye Cumhuriyeti halkını tamamen çağdaş ve bütün anlam ve görünüşüyle uygar bir toplum haline ulaştırmaktır. Devrimimizin ana ilkesi budur. Bu gereği kabul edemeyen zihniyetleri perişan etmek zorunludur. Şimdiye kadar milletin beyinlerini paslandıran, uyuşturan, bu anlayışta bulunanlar olmuştur. Her halde anlayışlarda var olan uydurma ve boş fikirler tamamen çıkarılacaktır. Onlar çıkarılmadıkça beyine gerçeğin ışıklarını sokmak imkansızdır.(1925)
*****    
Biz, büyük bir inkılâp yaptık. Memleketi bir çağdan alıp yeni bir çağa götürdük. Birçok eski müesseseleri yıktık. Bunların binlerce taraftarı vardır. Fırsat beklediklerini unutmamak lazım. En ileri demokrasilerde bile rejimi korumak için sert tedbirlere müracaat edilmiştir. Bize gelince  devrimi koruyacak tedbirlere daha çok muhtacız.(1925)
      *****
      “Parti, dini fikir ve inançlara saygılıdır” kuralını bayrak olarak eline alan kişilerden, iyi niyetlilik beklenebilir miydi? Bu bayrak, asırlardan beri cahil ve bağnazları, hurafelere inanları kandırarak özel amaçlar elde etmeye kalkışmış olanların taşıdıkları bayrak değil miydi? Türk milleti asırlardan beri, sonsuz felaketlere, içinden çıkabilmek için büyük fedakarlıklar gerektiren  pis bataklıklara, hep bu bayrak gösterilerek sevk olunmamış mıydı?
Cumhuriyetçi ve yenilikten yana olduklarını zannettirmek isteyenlerin, aynı bayrakla ortaya atılmaları, dini tutuculuğu coşturarak, milleti Cumhuriyetin ilerleme ve yenileşmenin tümüne karşı kışkırtmak değil miydi? (1927)
*****
Yeni parti, dini inanç ve düşüncelere saygı perdesi altında; biz halifeliği tekrar isteriz; biz yeni kanunlar istemeyiz; bizce Mecelle yeterlidir; medreseler, tekkeler, cahil softalar, şeyhler, müritler, biz sizi himaye edeceğiz; bizimle beraber olunuz. Çünkü Mustafa Kemal’in partisi halifeliği kaldırdı. İslamiyeti bozuyor. Sizi gavur yapacak, size şapka giydirecektir diye bağırmıyor muydu! Yeni partinin kullandığı formül, bu gericilik feryatlarıyla dolu değildir denilebilir mi? (1927)
*****      
Türkiye Cumhuriyeti’nde her yetişkin dinini seçmekte hür olduğu gibi, belirli bir dinin merasimi de serbesttir. Yani, ibadet hürriyeti vardır. Tabiatiyle, ibadetler, güvenlik ve genel adaba aykırı olamaz; siyasi gösteri şeklinde de yapılamaz. Geçmişte çok görülmüş olan bu gibi durumlara  artık Türkiye Cumhuriyeti asla katlanamaz. 
*****
Bir de  Türkiye Cumhuriyeti dahilinde, tüm tekkeler ve zaviyeler ve türbeler kapatılmıştır. Tarikatler kaldırılmıştır. Şeyhlik, dervişlik, çelebilik, halifelik, falcılık , büyücülük, türbedarlık vesaire yasaktır. Çünkü bunlar gericiliğin kaynakları ve cehaletin damgalarıdır. Türk milleti, böyle müesseselere ve onların mensuplarına katlanamazdı ve katlanmadı. (1930)
*****     
Din bir vicdan meselesidir. Herkes vicdanının emrine uymakta serbesttir. Biz dine saygı gösteririz. Düşünüşe ve düşünceye karşı değiliz. Biz sadece din işlerini, millet ve devlet işleriyle karıştırmamaya çalışıyor, kasıt ve fiile dayanan tutucu hareketlerden sakınıyoruz. Gericilere asla fırsat vermeyeceğiz.
Laiklik, yalnız din ve dünya işlerinin ayrılması demek değildir. Tüm yurttaşların vicdan, ibadet ve din özgürlüğü demektir. Din ve mezhep herkesin vicdanına kalmış bir iştir. Hiçbir kimse hiçbir kimseyi, ne bir din, ne de bir mezhebi kabul etmeye zorlayabilir. Din ve mezhep hiçbir zaman politika aleti olarak kullanılamaz. (1930).
*****     
Laiklik asla dinsizlik olmadığı gibi, sahte dindarlık ve büyücülükle mücadele kapısını açtığı için, gerçek dindarlığın gelişmesi imkanını temin etmiştir. Laikliği dinsizlikle karıştırmak isteyenler, ilerleme ve canlılığın düşmanları ile gözlerinden perde kalkmamış doğu kavimlerinin fanatiklerinden başka kimse olamaz. Softa sınıfının din simsarlığına izin verilmemelidir. Dinden maddi menfeat temin edenler iğrenç kimselerdir. İşte bu duruma karşıyız ve buna müsaade etmiyoruz. (1930)
*****