Çaycuma’da yaptığımız “Gençlik Gecesi”nde (2.03.1963) program dolu görünsün, milleti de eğlendirelim diye Erkan Özdemir’le birlikte “Matrak Kardeşler” adıyla sahneye çıkmıştık. Neyi nasıl yapacağımızı da tam olarak belirlememiştik aslında. Doğaçlama bir şeyler yapacaktık. O dönemlerde radyoda ve sahnelerde bazı oyuncuların ikili oynadıkları programlar, parodiler vardı. Onlardan da esinlenecektik ama daha çok yerel olacaktık. Kendi ürettiklerimiz çoğunlukta idi. Öğrenci yaşamından türküler-şarkılar vardı. Çeşitli şiirleri de farklı biçimde okuyorduk. Metinleri ben yazıyordum tabii ki.

Programa bir de “Çaycuma’dan Reklamlar” bölümü koymuştuk. Çarşı esnafını şöyle bir ince ince iğneledikten sonra sıra, ön tarafta oturan genç işadamlarımızdan Maksut Çavdar’a gelmişti. Bir-iki yağlama cümlesiyle “Taksitçiliği Çaycuma’da başlatan kişi” olduğunu söyledik. Çavdar, keyifle gülümsedi. O yıllarda “Her genç kıza bir Zetina” sloganı ile dikiş makinesi satıyordu. Ama biz bu işe biraz limon sıkarak, “Taksitle kazıkçılığın sembolü” deyince, sandalyesinden hopladığını, hatta homurdandığını hatırlıyorum. Seyirci ile birlikte biz de gülüyorduk o andaki duruma. Sonra “Bir Türk Filmi” taklidimiz vardı. Sevdiğim kızı, “Kezban’ı Mıkdarın oğluna gaptırmamak içün grav grav furmuştum!” Hemen arkasından çifte telliye girmiş, hem oynayıp hem söyliyerek, Yeşilçam filmlerine ince bir gönderme yapmıştık. Ardından okul ve öğrencilik hayatından ezgiler vardı.

Sanırım onbeş dakika kadar bir programdı. Bu Erkan’la ilk denememizdi. Ama epey alkış almıştık doğrusu. Biz işin dalgasındaydık ama bir şeyler yapabileceğimizi, yapabildiğimizi göstermiştik. Ve marifetlerimizi ilk kez Çaycuma’daki Gençlik Gecesi’nde sergilemiştik.

ÜNİVERSİTE YILLARINDA

Üniversitede okurken yurt sırası geldiği için, otelden kurtulup Dışkapı’daki Yıldırım Beyazıt Öğrenci Yatı Yurduna kapağı atmıştım. Kısa bir süre sonra fakültede aynı bölümde okuduğumuz arkadaşlarla genellikle akşam yemeğinden sonra bir araya gelmeğe başlamıştık. Bir akşam çay sohbeti sırasında “Bazı arkadaşların sınav harçlarını ve reçete ücretlerini ödeyemediği” söylendi. Elbette üzücü bir durumdu. Ama bir öneri hepimizi etkilemiş, ateşlemişti: “Her ay sıkışmaktansa onlar için bir ‘Eğlence Gecesi’ düzenleyelim. Hem milleti eğlendirelim hem de bilet satıp para toplayalım”. Öneri, hepimiz tarafından kabul gördü, işbölümü yaparak, görevleri paylaştık. Yurt binasının bitişiğinde Kız Öğrenci Yatı Yurdu vardı. Onlarla da bağlantı kurulacaktı.

Hemen duyurlar hazırlandı, kapıya duvara asıldı, Kantin hopörlerinden sesli duyurular yapıldı. Günü ve saatinde bekleyişe geçtik. Epey bekleştik, ama kimse gelmemişti. Demek ki iyi duyuramadık, dedik, yeniden aynı işlemleri yaptık. Gele gele bir kız bir erkek geldi. Moralimizin bozulmasına rağmen bu kez oturduk, “biz neler yapabilirizi” konuşmağa başladık. Tek perdelik oyun olduğu için Şair Evlenmesi elde birdi. Oyunu, Ertan yönetecekti, Şair Müştak Bey’i Necati, Mahalle İmamı Ebul Lâklâka’yı Hamit, Bekçi Atak Köse’yi Ergun, Çöpçü Batak Ese’yi Ertan, Hikmet Beyi Mehmet oynuyorduk.

HALK MÜZİĞİ KORO ŞEFLİĞİ

4 Aralık.1965 günü Dil ve Tarih, Coğrafya Fakültesi (DTCF) Farabi Salonunda sergilenecek programı Mehmet sunacaktı. 7 Kız, 9 erkek ve 5 kişilik bağlama grubu ile bir Halk Türküleri Korosu kuruldu, Ziraat Fakültesinden bir arkadaş yönetmeğe başladı. Sahneye çıkışa 8-10 gün kala Koro Şefi acil bir durumu nedeniyle bıraktı gitti. Kaldık ortada. O sırada saz grubu yöneticisi Şahin, “Hamit arkadaş, sen geç koronun başına, beni takip et, hallederiz” dedi. Şahin, bazı türkücülerle programa da çıkıyordu. İki-üç provadan sonra ben, DTCF’nin o büyük Farabi salonunda Halk Müziği Korosunu, Şefliğini yaparak yönetme başarısını göstermiştim.

Gazi Eğitim Enstitüsü’ne gittik, Karadeniz Halkoyunları ekibini programa kattık. Müthiş bir gösteri yapmışlar, izleyiciler ayakta alkışlamıştı. Sağlık İdaresi Yüksek Okulundan bir Türk Sanat Müziği Grubu davetimizi kabul etti. Program sırasında solistleri bir ara mikrofonu yere bıraktı, koca salonda çıplak sesle okumağa başladı ki bütün salon coşkuyla alkışladı. Karslı bir arkadaş yoluyla Kars Folklor Ekibine yer verdik, Batı Müziği Grubu, Folklorik oyun, şiirler-fıkralar, şarkılar, türküler her şey vardı programda.

Bu kadar yoğun program içinde de bizim “Matrak Kardeşler” in de yeri vardı kuşkusuz. Ergun adlı arkadaşla yeni bir program hazırlamıştık. Ben bağlama, Ergun flüt ve kaşıkla çıkıyorduk. Programımızın iskeletini Türk Filmleri taklidi, Baba Beni Eversene, Para-lanma, Fantezi İşler, çeviri şiirler oluşturuyordu. Sadece söylemek değil, oynuyorduk da. Bu defa esas konumuz, izleyicilerin çoğunluğu yurtta kalan kız-erkek öğrenciler olduğu için, onların yaşadıkları çeşitli zorlukları ve idarecileri eleştirmeyi; yatakhanede görevli “Emin Efendi”, yurt banyosu görevlisi “Ciğerim” ve öğrencilerin dostu “Dinç Dayı” ağzından esprili bir şekilde dile getiriyorduk.

SAHNENİN ÖNÜ-ARKASI

Program keyifli bir şekilde sürerken, bir ara 4-5 sazla temiz giyimli bir kişiyi kuliste bekler gördüm. Mehmet’e “Kim bu? Kim Davet etti?”. Mehmet, “Bilmiyorum. DTFC’de okumuş, yardım amaçlı olduğunu duyunca katkı ve destek vermeğe gelmiş”. “Ne olacak şimdi? Program taş gibi dolu”. Sahne Amirimiz Mehmet, omuzlarını kaldırıp, sırası gelen grubu sunmak için, sahneye yürüdü. Gelince de, “Türk Sanat Müziği yapan Metinler’in grubunun görünmediğini” söyledi. İki şiir oku, bir-iki fıkra anlat, zaman geçmiyor, bizim arkadaşlar görünmüyor. “Folklorik Oyunu” sahneye sürdük, 17 dakika idare etmeye çalıştık. Sonra Mehmet’le, “O türkücüye yarım saatlik süre verelim sahne boş kalmasın” dedik.

Ankara Radyosu sanatçısı olduğunu da öğrendiğimiz ne yazık ki şu anda adını anımsayamadığım “Türkücü” salonu öyle bir güzel coşturdu ki, vur patlasın çal kütlesin gidiyor. Üçüncü türküye geçmişti ki “Metinler”in Türk Sanat Müziği grubu da gelsin mi? Bizim arkadaşlar, “O türkücüyü indir, bizimkini çıkart!”diyor. “Yahu öyle şey olur mu? 17 dakika sizi bekledik, neredesiniz?”. Hiiç kusura bakmayın, Türkücü programını bitirir, sonra da siz çıkarsınız”. Onlar ise, “Biz de çıkmıyoruz işte!” diyerek afra tafra ederek saz grubu ile sahne arkasını terkettiler. Sinirlerimizin iyice gerildiği anlardı. Sonra da haber gönderip, tiyatroya çıkacaklarını söylediler. Salonun ön tarafında herkes türkü söyleyip coşku içinde eğlenirken, bizler arkada hır-gürle birbirimize girecektik nerdeyse. Üç saate yakın süren programı başka bir aksamaya meydan vermeden bitirebildik.

MEŞHUR OLACAKTIK AMMA!..

Bizim bölümde (Türk Dili ve Edebiyatı) kısa adı TEK olan Türk Edebiyatı Kulübü vardı, Bu yüzden bize “Tekçiler” diye takılırdı diğer bölüm arkadaşları. Onlar da bir gece düzenlemişlerdi. TEK Gecesi, o yıllarda Ankara’nın ünlü otellerinden Belvü Palas’ta yapılacaktı. Bizi de çağırdılar. Çıkmamak olmaz dedik. Bizim bölüm olunca akan sular duruyordu. Bu kez “üç matrak” olmuştuk: Ben yine bağlama, Ergun flüt ve kaşık, Dıgıdıgı Ahmet akerdeon ile çıktık. Program 25-30 dakika sürmüştü. Bayağı da sükse yapmıştık!

Derken bizim grubu Kız Teknik Olgunlaştırma Gecesine çağırmışlar. Bizim çocuklar “kızlarr!” diye balıklama atlamaya hazırlar ama ben “Iııh! N’ayır, n’olamaz” dedim. Ardından bir hariciyeci, oğlunun gecesine istemiş, bu paralı bir işmiş!. Bu gidişle “meşhur” da olabilirdik!..Oysa ben o güne kadar hiç maddi çıkar gözetmeden hep katkı ve destek amaçlı çıkmıştım programlara. Dedim “Uşaklar bu konu benim için bitmiştir. Siz yeni bir ekip yapın, devam edin” diyerek, meşhur olmaktan vazgeçtim ve işi noktaladım.