Göç kelimesinin Türk Dil Kurumu Sözlüğünde ki karşılığı şöyle:
1: Siyasal, toplumsal ya da ekonomik nedenlerle, bireylerin ya da toplulukların bulundukları, oturdukları yerleşim yerini bırakarak, başka bir yerleşim yerine ya da başka bir ülkeye gitme eylemi.
Beyin göçü kelimesin ne olduğuna da hemen bakalım.
1: İleri düzeydeki meslek ve bilim adamları ile uzmanların bir başka gelişmiş ülkede yerleşip çalışmak amacı ile kendi ülkelerinden ayrılması: “Bir parantez açalım; “Beynini geliştirenlerle aynı ortamda olup daha çok gelişim göstermek”.
2: Az gelişmiş ülkelerden yüksek derecede eğitim görmüş kişilerin çalışmak ve yerleşmek üzere gelişmiş ülkelere göç etmeleri olgusu.
Yukarıda yazdıklarıma bakıp size TDK dan dan sürekli sözlük bilgisi vereceğimi düşünmenizi istemem doğrusu ama size bir “göç etme ” durumu aktaracağım kesin. Oraya gelmeden önce konuyu biraz daha genişletelim istiyorum.
Bilim insanları, insan beynindeki dil yetisiyle ilişkili bağlantılara dair en eski kökeni keşfederek, bu özelliğin evrimsel kökenini tahmin edilenden en az 20 milyon yıl daha eskiye uzandığını söylüyor Britanyalı nörobilimciler daha da ileriye giderek 25 milyona kadar da çıkartıyorlar rakamı. Konuşabilen insan o halde düşünüyordu, düşünebiliyordu…
İnsan beyninin zaman içinde evrimleşerek işlev kazandığına dair kuvvetli verilerde elbette mevcut… Bu konuda maymunlar en büyük rakibimizdir aman ha unutmayalım.
Teorik bilgi olarak şunu da hemen ekleyeyim sonra neden bu kadar aptallaştık kısaca değinelim.
Bir başka teoriye göre ise, beyin düşünme yetisini geliştirmek için sorgulamak zorunda, sorgulamayan beyin gelişim gösteremez, işlevini yitirir diyor uzmanlar kısacası.
Bu işlemi kavramsal değişkenlerin temsili yoluyla gerçekleştiriyor; yani ‘Ne yapıldı?’, ‘Kim yaptı?’ ve ‘Kime yapıldı?’ gibi sorulara cevaplar üreterek gerçekleştiriyor insan beyni diyor yine uzmanlar.
Bu kadar teorik bilgi konuya girmek için sanırım yeter. İnsan beyninin gücünü, işlevini, kullanış şeklini ve oranını ne kadar didiklersek iş inanın daha da içinden çıkılmaz bir hal alıyor.
Konuya dikkat çeken bilim insanları, bir tez daha atıyor ortaya, insanın öldükten sonra kemikleri fosilleşiyor ama beyni yumuşak dokusunu yitirmediği için fosilleşmiyor diyor…
Bakın ne kadar ayrıcalıklı bir organ kendini aynı dokusunda muhafaza ediyor.
Biz insanları diğer canlılardan ayrıcalıklı yapan, sorgulayan yani konuşan, düşünen, üreten eyleme sevk eden başımızın içinde taşıdığımız organımız beynimiz, sandığımızdan çok daha güçlü, çok daha önemli ve özel.
Sandığımızdan derken konuyu sıradan insanlara yani kendine kendindeki güce inanmayan insanlara getiriyorum. Yoksa beynini çok iyi kullanıp varlığa katkı sağlayanlar tartışmasız baş tacı.
Sadece düşünerek sorgulayarak gelişen bu organımızın neden bazı coğrafyalarda bu kadar pasifleştiğini sanırım az çok tahmin edebiliyoruzdur. Bizim yerimize başkaları düşünüyor, bizlerde başkaları için çalışıyor üretiyoruz bu duruma o kadar çabuk uyum sağladık ki, varlığımızın bir kıymeti kalmadı. Oysa düşünebilmek varlığımızın anlamıydı.
Bir parça da olsa elimizde ne kaldı ve o kalan tarafıyla yola koyulursak gelişeceğinden ve önce kendimize sonra içinde bulunduğumuz topluma fayda sağlayacağından hiç şüphe yok.
İşlevini örnekler üzerinden düşünürsek şayet beynimizin altından kalkamayacağı, üretemeyeceği hiçbir şey yok dedirtenlerin zihinsel ürettikleriyle bu günkü dünyamızın şekillenmesine biçimlenmesine sağladıkları katkı ortada.
Olumlu olduğu kadar olumsuzlukları da beyin üretiyor elbette. Zira sistemin ele geçirdiği ipler hangi tarafa uyumlanıyorsa sahibinden gelecek komuta daha çok dikkat kesiliyor organımız. Bu işleyiş elbette değişebilir, yeter ki biz beynimizi kullanmasını bilelim.
Böylesine güçlü böylesi hassas organımız, nasıl oluyor da yirmi birinci yüzyılda bu kadar kolay işlevini yitirir hale geliyor derseniz şayet o konuda da bir iki kelam edelim.
Yeryüzünden gökyüzüne hatta Galaksinin diğer katmanlarına erişim sağlatacak kadar üretken olan beynimiz, şu içinde yaşadığımız zaman diliminde neden bu kadar sus pus ve neden bu kadar beceriksiz acaba!
Yukarıda verdiğimiz göç kavramlarına son olarak beynimizin bizden yani kendimizden göçtüğünü söyleyebilir miyiz şu halde? Şimdi hadi canım saçmalıyorsun beyni kendinden göçen insan nasıl yaşar, nasıl konuşur dediğinizi duyar gibi oluyorum şu an, yanılıyor muyum yoksa?
Ben de o zaman diyorum ki beynimiz dünyayı dünya yapan mucitleri yaratacak kadar kıymetliyken ve hatta uzaya kadar yol alan bilim insanlarını toplumun içinden ayrıştırarak seçici davranıyorsa, bunu sahiden bilinçlimi yapıyor, yani bize garezi mi var beynimizin.
Beynimiz eğer olması gerektiği kadar işlevselse şu içinden geçmekte olduğumuz zaman diliminde neden bu kadar pasif ve neden bu kadar kötülüğe kâğıtsız kalıyor da anti bir tez üretemiyor diyor musunuz peki sizde?
Yukarıda dile getirdiğim gibi sorgulayan konuşan yanıyla gelişim gösteriyor demiştik ya hani, eğer öyleyse bizi sorgulamaktan konuşmaktan düşünmekten alıkoyan ne.
Korku mu? Bu bir olasılık elbette ama işin kolayına kaçmak, bilindik bir tabirle söyleyelim, suya sabuna dokunmamak daha kuvvetli bir olasılık. Korkunun da yeri gelmişken kısaca bir tanımına bakalım mı?
Korku, stresli bir uyaran ile başlayıp, kalp atışının ve nefes alış-verişinin hızlanmasına, kasların bir anda enerjiyle yüklenmesine ve nihayetinde de kaç ya da kalıp savaş tepkisinin ortaya çıkmasına neden olan kimyasalların salınımıyla beyinde gerçekleşen bir zincirleme reaksiyondur.
Gördüğünüz üzere korku da beyin fonksiyonlarımızda artık görevli olarak kendine yer edinen bir parçamız. Sistemin beynimize aşıladığı ve kendi çıkarları için kullandığı beyin genimizden biri de korku. Peki, korkunun olduğu yerde cesarette olur öyle değil mi?
Cesaretin tanımını yapmadan olmaz çünkü biz insanlara en gerekli olan ve en çok yokluğunu hissettiğimiz, eksikliğinde bocaladığımız en değerli kavramların başında geliyor cesaret, gelmelidir de.
Çünkü sistem kurucular kontrolsüz cesaretten hiç haz etmezler kendilerinde olsun ama başkaları onu aktifleştirmesin isterler. Onların amacı kısacası kontrol edebildikleri cesareti, kendi çıkarları doğrultusunda kullanabilmektir.
Cesaret: Korkusuzluktur, kararlılık ve bir şeyleri gerçeğe dönüştürebilme yeteneğidir.
Göç ile başladık göç ile de bitirelim haydi. En tehlikeli göç insanın kendinden göçtüğü göçtür, beynini başkalarının kullanımına tahsis edenlerin bir zavallı olarak yaşamasıdır kısacası.
Sistem kurucuların en sevdikleri insan toplulukları işte bunlardır. Beyin göçü hafife alınacak bir şey değildir dostlar, bugün kendinden göçen, yarın olmadan kendi sisteminde erkenden çöker.
Dünyamıza hizmet için kullanıldıkça anlamlı, fakat sistem kurucularına hizmet ettikçe anlamsızlaşan beynimizi yeniden programlayalım, onu aktifleştirmek için gerekli olan şeyleri biliyoruz zaten sanırım başı cesaret çekiyor ne dersiniz? Ne diyordu yukarıda cesaret!!!