İlkel zamanlardan bu yana aşama aşama gelişim gösterebilmek adına bin bir cefaya katlanan insan, yaşam koşullarını olumlu yönde biçimlendirebilmek için ilim ve bilim ile bir yol bulmaya çabalarken, cehaletin de altını körükledi bir yandan.
Yoksa bu denli akla ziyan uçurum nasıl oluşur ki insanın düşünce sisteminde. İmkânsızı başarmak başarısızlık olmamalıydı ama oldu.
Ak olana kara, kara olana ak deme şuursuzluğu, nasıl bu kadar cesaretlenirdi ki? Bu cehalet değil de neydi peki!
Kederin üstüne yıkılan kader mi bu denli koparıyor insanı yaşamdan, yoksa kaderi günah keçisi yapan insanoğlu mu okuyor kendi ırkının canını?
Bilimin gözümüzün içine soktuğu gerçekleri, gözümüzü kör edenler yok saya dursun, yüreklerde kopan kıyametlere yas tutuyor bir yanımız.
Yaşadığımız acı yerkürenin içine sığmayan acısıydı dışına taştı. Deprem gerçeği adı altında, çaresizliğin soğuk yüzünde üşüdü içinden geçtiğimiz zaman.
Dağlar ovalar değildi ki sadece orta yerinden ikiye ayrılan öyle bir zamanın içinden geçiyoruz ki yürekler paramparça, akıl fikir yasta. Bir çıkar yol bulmak ise deveye hendek atlatmaktan bin kere zor ve galiba imkânsız görünüyor.
Hayal kırıklığı batıyor yüreğine insanın, bir de öyle çok acıtıyor ki sormayın.
Şimdi; umut hala var be kardeşim diyebilirsiniz, pes etmek yakışmaz diyebilirsiniz elbette, umut varsa da eğer bir görünüyor, bin gidiyor derim ben de.
Öyle laf olsun diye değil, hakikaten bu defa yer yerinden oynadı, peki ne değişti.
Kin kusan söylemlerde, ötekileştiren, zehir saçan dilde ne değişti. Bir gram dahi empati yapamamak, sen ben kavgasıyla zamanı öldürmek yoksa nasıl açıklanabilir ki? Önce kendine ve tarafına fayda sağlama gafletine düştükçe, merhameti, adaleti, eşitliği, özgürlüğü ve daha birçok değeri ölüme terk ettik iyi mi?
Sosyologlardan, psikologlara kadar gidişatın seyrine dair bir çözüm ortaya koymaya çalışan kim varsa şaşkın. İşinin ehli olanlar dün olduğu gibi bugün de kaygılı, buna rağmen anlaşılmamak ya da anlatamamak ikilemiyle sınanıyorlar. Lider sıfatıyla taçlandırdığımız kim varsa, amansız bir hastalığın pençesine düşüyor zamanla. Zihin bulanıklığı görüş mesafesini sıfırın altına düşürüyor önce, sonrada kendi karanlığında boğuyor geleceği.
Bu yüzden zamanın içinde gelişim gösterebilme önceliği hayal oluyor. Kendini geliştiremeyenler bir başkasının gelişiminden de rahatsızlık duyuyor haliyle.
Hele birde şu üst akıl safsatası yok mu, insanın inancı da yoruluyor yahu. Olacakları tarihleriyle ortaya koyanlar ne çok çoğalıyor artık. Gelecekten haberler gelmiyor, geçmişin izlerinden şifreler bulunuyor diyenlere kulak vermek ne kadar olası.
Yorulduk, yorgunuz, hayallerimiz ve varlığımız anlamını hiç bu kadar yitirmemişti. Kaç parçaya bölündük ve kaç kez öldük sayılmıyor artık.