Geçen haftanın önemli olaylarındandı SEL.
Soğuksu özellikle alt yapı garabeti yüzünden kötü etkilendi. Bu arada esnaf belli ki mal telaşına düşmüş çılgına dönmüş. Bunu yaşanan bir olayın yerel basına yansımasından anlıyoruz. Soğuksu insan beline kadar taşmış. Bir esnaf araba yoluna çıkıp oradan geçen araçları durdurmaya çalışıyor. Bağırıyor, araçlara vuruyor. Esnafın ruh halini görüntüler iyice bildiriyor. Sorun şu: Dükkânın önünden araçlar geçtikçe sel suyu dalgalanıp dükkânı basıyor. Asıl sorun elbette altyapının orada bunlara yol açacak kadar sıkıntılı olması.
Esnafın bu çılgın haline denk gelenler kavramaya çalışıyorlar. Onlardan biri ve daha sonra esnafı ziyaret edecek olan bir araç sahibinin ise arabası selden etkilenip yolda kalıyor. Aracı etraftakilerin yardımıyla kenara park edip yağmur dinene kadar evine gidiyor. Bir saat sonra aracını kontrole geliyor. Aracın içine su dolmuş ve hasarlı. O çılgına dönmüş esnaf yüzünden yolundan geri dönüp ancak yine suyun içinde aracı istop eden şoför esnafı buluyor ve niye böyle davrandığını soruyor. Medeni bir şekilde konuyu anlamak istiyor. Sonuç selde patlayan öfkesi halen dinmemiş esnafın şiddetli tepkisi ve kırık bir burun.
Aslında olayda her iki tarafta sel yüzünden mağdur olmuşlar. Ancak esnaf ve vatandaşı karşı karşıya getiren bu olay bir şekilde esnafın vatandaşı darp etmesi ile sonuçlanıyor. Her iki taraf birbirini önceden tanımasa da olay esnasında her ikisini tanıyanlar çıkmış ve isimle hitap ederek olayın daha da büyümesini önlemiş. Ne ki vatandaş kırılan burnuna mı yansın, böyle bir olayın herkesin önünde olmasına mı?
Olayın taraflarından olan araç sürücüsü benim yakın arkadaşlarımdan. Objektifliğimi yitirsem de kimsenin kimseye yumruk atma özgürlüğü zaten olamaz öncelikle. Esnaf ne kadar sıkıntı yaşamış olursa olsun bunu diğer mağdur olan halktan çıkaramaz. Böyle durumlarda gerginlik olmasını herkes bir dereceye kadar anlıyor elbette. Para kolay kazanılmadığı gibi ani gelen zarar, maddi dayanağı az olan herkesi sarsar. Bunlar anlaşılır şeyler ama işin şiddete çevrilen yönü daha büyük facia. Çünkü mala değil cana yöneliyor sorun. Telafisi zor.
Elbette bizim bir tartışma kültürü sıkıntımız var. Güç kullanabilecek durumu yakaladık mı dalaşıyoruz konuşmak yerine. Haklı nedenlerimiz olsa bile konuşarak ve bazen de konuşmamayı tercih ederek tepkimizin anlaşılmasını bekleyebiliriz. Ama yapmıyoruz.
Güç kullanabilecek tıynette olan insan sinirlendiğinde etrafına zarar vermeye başlar. Bir şekilde kendinde yıkıcı bir hak gören kişi kontrolsüz güç haline dönüşebiliyor. Toplumun açıları da uygunsa verdiği zararlardan neredeyse karlı çıkıyor.
Evet, neredeyse hiç düşünmüyoruz biraz olsun karşılıklı sevgi saygıyı. Yol açtığımız durumun diğer tarafının da mağdur olduğunu. Lafta sanki her şey! Toplumsal/ sosyal ilişkilerde davranışsal kültürümüz hiç de iyi örnek sayılacak gibi değil. Örneğin şunlar gibi: (Hadi empati yapalım)
Çöplerimizi kalktığımız umuma açık park veya oturma peyzajı olarak düzenlenmiş yerlere kullandıktan sonra öylece bırakıyoruz. Sanki bir daha o mekânı bir başkası kullanmayacakmış gibi. Hiç düşünmüyoruz. Böyle kişileri görsek ve uyarsak yumruğu yiyen olabiliriz!
İçtiğimiz sigarayı alt katın önüne, sağa sola, denize sallayıp atmak gibi artistik huylarımız var. Bizden gayrisi tufan! Hiç düşünmüyoruz. Böyle kişileri görsek ve uyarsak yumruğu yiyen olabiliriz!
Yollar bizim ya, tek bizden kesilen vergilerle yapıldığından, bas gaza! Mahalle yollarında, ev önlerinde son ses aç cıstak dinlediğin gürültüyü! Hasta var mı, yorgun var mı? Hiç düşünmüyoruz. Böyle kişileri görsek ve uyarsak yumruğu yiyen olabiliriz!
Ya da aracını yaya kullanım alanlarına park et! Yürümekte zorlanan yayalar var mı? Hiç düşünmüyoruz. Böyle kişileri görsek ve uyarsak yumruğu yiyen olabiliriz!
Esnafsan vitrin düzenleyeceğine etrafına yayıldıkça yayıl. Sen yapınca başkaları da yapmaz mı? Hiç düşünmüyoruz. Böyle kişileri görsek ve uyarsak yumruğu yiyen olabiliriz!
Bunlar gibi önemsizmiş görünen davranışlarımızın altında fütursuzluk var. Peki, bu umursamazlığımızın yanlış olduğunu bilmemize rağmen yaparken kendimizi haklı görmemize sebep olan ne? Bana sorarsanız apaçık çok mutsuz olmamızdan kaynaklanıyor. Gizlediğimiz onca sıkıntının patlamaları bu zarar verme hakkını ya da yanlış olduğunu bilmemize rağmen yaparken kendimizi haklı görmemiz çelişkisi. Tabii birde uzantılı şeytan kuyruğu var bu şuursuz hallerimizin: Güce tapıcıyız! Eziklik hallerimizi aklımızla çözecek yerde fırsatını bulduğumuzda zorbayı taklit ederek tatmin olmaya çalışıyoruz. Nasılsa erdem, etik filan dediğimizde kulağımız ile algımız temas etmiyor, eylemeye dönüşmüyor.
Biraz garip bir yazı oldu, farkındayım. Arkadaşım Necdet haklı: “Bu yumruğu yiyen hepimiz olabiliriz.”
Ama yumruk atan hiç kimse Donkişot olamaz. Orada yanılıyor! Çünkü Donkişot’un hikâyesi tam da erdem ve etik denen unutulmuş kavramların hatırlatılması üzerinedir. Donkişotluk her ne kadar gereği yokken bir kahramanlık hali anlamında ise de bu tarafı ile bile olumsallık üstüne türetilmiş bir kavram olarak kullanılmalıdır. Aslında Donkişot yukarıda saydığımız yanlış olduğunu bilmemize rağmen yapılan hareketleri bile bile yapmayacak kişidir. Dahası Donkişot 90 yaşında cılız bir adam olsa da haksızlığa kayıtsız kalamayan, haksızlıkların üstüne giden kişidir. Hatta benim tanıdığım Necdet haksızlıklar karşısında epeyce Donkişot’tur. Yazısında (internette bulunabilir) Donkişot yerine “Vahşi Batı’ya döndük” diyebilirdi mesela.
Vahşi Batı’da kanunlar anlık, ruh hallerine göre ve ilk yumruğu atan üzerinedir.Bu yumruğu yiyen hepimiz olabiliriz. En azından kesin olarak yüzde ellimizin ilk yumruğu atma şansı da yok. Bu yine en azından yüzde 50’mizin aklından geçse de yumruk atmayı düşünmediğini ama beklemediğini de gösterir. Şaka maka bu durumlardan kaçınabilirsiniz tabii. Örneğin öfkesini kontrol edemeyen birinin yanına gitmekten kaçınırsınız. Ancak o yumruğu yiyen yine de biz olabiliriz. Başka bir nedenle başka şekilde… Kaba yumruk veya herhangi bir darp aracı ortak yaşam alanlarında aleni sayılırsa… Günümüzde öyle görünmeye başladı!