Bir çocuk, arkadaşı oyuncağını elinden aldığında koşarak annesinin yanına giderken, bir başka çocuk oyuncağını çekip geri alır, bir başka çocuk ise oyuncağını geri alırken, elindeki oyuncağı arkadaşının başına vurmayı hiçbir zaman ihmal etmez. Ergenlik dönemindeki bir birey, kendisine vuran arkadaşını, okul çıkışında bir grup arkadaşıyla  yolunu keserek cezalandırmayı planlarken, bir başka arkadaşı aynı olay karşısında sessiz kalmayı tercih eder, bir başkası da öğretmeni ile bu konuyu konuşmayı planlar. Patronu tarafından hakarete mağruz kalan bir yetişkin ağlamayı seçerken, bir başka yetişkin kendini savunmayı seçer, bir başkası da aynı şekilde patronuna hakaret eder. Bu tarz davranışlar karşısındaki tepkilerden dolayı da insanlara‘’ çok yaramaz, çok gururlu, çok sinirli, sulugöz, kavgacı’’ gibi sıfatlar yakıştırılır.
     Tüm bu örneklerde olduğu gibi, herhangi bir olaya veya duruma karşı, insanlar birbirlerinden çok farklı tepkiler verebilirler. Buna rağmen  yakın ilişkiler yaşayan insanlar birbirlerinin bazı olaylar veya durumlar karşısında nasıl davranabileceğini, ne tür tepkiler verebileceğini az çok tahmin edebilirler.  Akıl ve ruh sağlığı yerinde olan, her insan da, kendisini tanır ve olaylar karşısında verebileceği tepkilerini bilir.  İşte bu farkndalık ve aynı olay karşısında farklı davranışlar sergilememiz, farklı duygular yaşamamız  benlik algımızdan kaynaklanmaktadır.
       Peki, nedir benlik algısı?  Nasıl oluşur?  Neden önemlidir?
  Benlik algısı, bireyin kişilik özelliklerini, fikirlerini, yeteneklerini, hedeflerini, değer yargılarını, duygularını ve inançlarını kapsar. En  yalın haliyle benlik algısı, bireyin kendine dair düşünceleri, çevresi tarafından nasıl algılandığına dair yargılarıdır. ‘’Ben kimim? Ne olmak istiyorum? Etrafımdaki insanlar hakkımda ne düşünüyor? ‘’ gibi sorularının cevabı insanı benlik algısına ulaştırır.
    Benlik algısının oluşumu iki yaş itibariyle başlar, yaşam boyu devam eder ve her insan benlik algısına göre davranışlarını sergiler. İki yaş itibariyle çocuklar, kendilerine gösterilen davranışları, tutumları, söylenilen sözleri içselleştirerek benimserler. Böylelikle benlik algıları olumlu veya olumsuz olarak oluşmaya başlar.
    Çocuğun benlik algısının oluşmasında,  öncelikli rol ebeveynlere düşmektedir. Ardından yakın çevre ve okul hiç de azımsanmayacak etkilerle bu sürece dahil olur.  Bir çocuğun olumsuz davranışı aile, okul veya yakın çevre tarafından ya pekiştirilir ya da söndürülür. Eğer olumsuz davranış karşısında, açıklayıcı, olumlu ve  yüreklendirici sözlerin muhattabı oluyorsa çocuk, olumsuz davranış söndürülebilir. Bu tepkiler de çocuk için,  yaşam boyunca mutluluğu, başarıyı beraberinde getirebilir.  
    Bunların yanısıra, bir de olumsuz davranışları pekiştirilen çocuklar var. Olumsuz davranışların, pekiştirilmesinde en önemli etken olumsuz cümleler ve etiketlemedir. Etiketlenmenin çocuk üzerindeki en önemli etkisi, tıpkı benlik algısında olduğu gibi, çocuğun kendisinden beklenildiği gibi davranmaya başlamasıdır. Gelmek istediğim nokta tam da burası, tam bu noktada bir kısır döngü başlar. Tekrarlanılan olumsuz davranışlar, etiketlenme, oluşan olumsuz benlik algısı birbirini besler ve bu döngü kırılmadıkça, bireyin hayatını olumsuz yönde etkiler. Çocuğun olumsuz davranışı, aile, okul veya yakın çevre tarafından söndürülmez, aksine olumsuz sözlerle pekiştirilir ve olumsuz benlik algısı oluşur. Bu süreçte bir de etiketlenen çocuk, hep kendisinden beklendiği gibi davranmaya devam eder. Mutsuz, başarısız, kendisini eksik hisseden, olumsuz bir benlik algsına sahip birey yetişmeye başlar.
     Annenin çocuğunun ders çalışmamasından şikayetçi olması ve ‘’tembelsin, ders çalışmıyorsun, beni yoruyorsun’’ tarzında cümlelerle dert yanmasıyla, başlar bazen tüm başarısızlık öyküleri. Ardından,  bazen öğretmenleri de onaylar yorgun annelerin düşüncelerini ‘’çocuğunuz tembel’’ diyerek. Sonrasında bir bakıyorsunuz, sınıf arkadaşları oyun oynamıyor, konuşmuyor çocuğunuzla; çünkü ‘’ o tembel’’.  Tam da böyle, bazen bir annenin veya babanın, bazen bir öğretmenin masum şikayeti doğuruyor etiketlenmeyi. Kehanet, kendi kendini gerçekleştiriyor. Çocuğunuz hayatına tembel bir birey olarak devam ediyor ve bu kısır döngü ancak, yoluna olumlu bir benlik algısı oluşturmasına sebep olabilecek, bir ses, bir nefes çıkarsa, kırılabiliyor.
      Etiketleme davranışının çok farklı boyutları vardır. Hepsi de  en az öfke veya davranış değiştirmek amacıyla söylenilen ‘’tembel, gerizekalı, pısırık’’ gibi aşağılayıcı sözlerden kaynaklanan etiketleme kadar tehlikelidir. Örneğin; yetişkinler için sevimlilik olarak algılanan isim takmalar, çocuklarda olumsuz benlik algısına sebep olabilir. Kilosu fazla olan çocuğun  ‘’tombiş’’ sıfatıyla aile içinde sevilmeye başlanılması, okulda arkadaşlarının ‘’şişko’’  olarak etiketlenmesine kadar gidebilir. Özellikle çocuğunuz, sizin kullandığınız sıfatlardan hoşlanmıyorsa, bu konuda hassas davranılmalı.
      Çocuğunuzun potansiyelini görmezden gelerek, iyi niyetli, motivasyon arttırmayı amaçlayan, aşırı övgülerden kaynaklanılan etiketleme davranışı da çocuklara zarar verebilir. Öyle ki, resim yeteneği olmayan, hatta resim yapmayı sevmeyen bir çocuğa ısrarla ‘’ressam olacaksın, sen çok güzel resim yapıyorsun’’ mesajlarını vermek, bir nevi kandırmak, başka bir alanda var olan yeteneğini görmezden gelmek, çocukda  yanlış bir benlik algısının oluşmasına sebep olabilir. Çocuğunuz  ‘’herkes benim çok güzel resim yapabileceğimi söylüyor; fakat ben yapamıyorum, ben başarısızım’’  diye düşünebilir.
     Etiketlemenin en tehlikeli  boyutlarından bir tanesi de, fazlasıyla popüler bir hal alan, tanı koyarak etiketleme davranışıdır. Ancak alanında uzman kişiler tarafından konulabilecek ‘’ hiperaktivite, dikkat eksikliği, otizm vb’’ tanılar, maalesef dillere pelesenk olmuş durumda. Bu  durum etiketlemenin en korkunç, en tehlikeli halidir. Aile üyeleri, öğretmen veya yakın çevre çocukta herhangi bir farklılık gözlemlediyse, farklılıkları kitaplarda veya İnternette araştırıp tanı koymak yerine, en doğru cevaba bir uzmanla ulaşabileceklerini unutmamalıdırlar. Burada aileye düşen görev ise, sadece çocuğu çok iyi gözlemlemek ve çocuğun etiketlenmesini engellemeye çalışmaktır.
     Ebeveynler çocuklarının zayıf yönleri kabul etmeliler. Çocukların bazı başarısızlıklarının üzerinde de takılıp kalmamalıdırlar. Bunun yanısıra, ebeveynler çocuklarının ilgi alanlarını, yeteneklerini ve güçlü yanlarını keşfedip, bunları kullanarak başarıya ulaşmaları için onları desteklediklerinde, asıl motivasyonu sağlamış olurlar.
 
Sevgilerle,
Sultan UNCU
sltnuncu@outlok.com
 
Kaynakça
Reichlin G. & Winkler C. (2013)  Sorumluluk Sahibi ve Saygılı Çocuklar Yetiştirmek, İstanbul: Yakamoz Kitap
Kaya M.  Ailede Anne-Baba Tutumlarının Çocuğun Kişilik ve Benlik Gelişimindeki Rolü, OMÜİFD 9 (1997) 193-204