Zonguldak’ta Kültür Sanat Gündemi
Gece Boyunca
‘Gece Boyunca’ Coşkun Irmak’ın yazdığı bir oyun. Tek perdelik, tadında. Nuhbay Korkmaz ve Abdullah Özdemir’in oynadığı oyunu Anıl Sepetçi yönetmiş. 11 Şubat Çarşamba Belediye Kültür Merkezi’nin biricik tiyatro sahnesinde oynandı.
“Tadında bir oyun” demenin altını çizmek gerek. Gereksiz bir uzunlukta değildi. Böylece oyuncuları da performanslarıyla daha iyi gözlemledik. Z Sahne yeni kurulan bir oluşum. Herhalde ilk işleri ‘Gece Boyunca’ adlı oyundu. Kendini izlettiren bir oyun olduğu için seyirci değerlendirmesi olumlu. Bence oyunculuklarda başarılıydı. Korkmaz “Albay” rolünde, Özdemir “Bankacı” rolünde, senkronu tutturdular. Oyuncular için kendilerini sahnede trajediden komediye alçalıp yükselen dizgede yeteneklerini göstermelerini sağlayacak “Albay” ve “Bankacı” karakterlerini üzerlerine giymişler.
‘Gece Boyunca’ oyunu için fazla takılmamak lazım ama eski bir albayın bir depodaki içler acısı hali pek inandırıcı değil. Paşalar netice de itibarlarını kolay kaybetmezler. Kaybetseler de o kadar düşmezler. Hadi “kafayı yedi” diyelim, yine de askeri çevrelerin eski bir paşanın o kadar düşürülmesine izin vereceğini sanmıyorum. Bu benim bildiğim, bir örneği varsa şaşırırım doğrusu. Rütbeler sökülse bile burası muz cumhuriyetlerindeki bir askeri gelenekte değil. Eğer karakter kendini “albay” sanıyorsa o zamanda repliklerde bir yer vardı hatırladığım kadarıyla. Geçmişte yaşadığı bir kazayı hatırlıyordu “Albay”. Yani onun kafayı yemesine neden olan şey hakkında. İşte bunlar biraz kafa bulandırıyor. Biraz daha üzerinde durulması gereken yerleri metnin.
Yine fazla takılmamak lazım ama bankacı elinde silah polisten kaçıyor! Ama albaya bankanın kasasından 50 Bin lira aldığını söylüyor. Sabaha kadar yerine koymazsa tutuklanacağını söylüyor. Burada bir mantık hatası veya zorlaması var gibi. Polis bankacıyı kovalıyorsa sabaha parayı yerine nasıl koyup kurtulacak? Elinde silah niye var ve bir deponun olduğu izbe bir yere nereden kaçmış? Polis demek ki kovalamış. Bankacı parayı kullanmış (kızının hastalığı için)… Yani elektronik ödeme kullanmış (para aktarmış) olmalı! O halde silahlı soygun yok. Yani silahla niye kaçıyor; niye çok korkmuş? Herhalde panik bir bankacıdan konuşuyoruz! Evi yakınlarda bir yerde, polis arabasının sirenini duyunca “aranıyor” diye paniğe kapıldı ve daha önce gelmediği ama bildiği (!) depoya kaçtı.
Kısacası benim dışımda bunları kafaya takacak fazla kişi yoktur sanırım. Öyleyse bu tür sıkıntılar çok da önemli değil. Çünkü oyun genel olarak fena değil. “Tadında” ve daha iyi de olacaktır. Bu arada biricik BKM sahnesinde kentimizin gittikçe artan tiyatrocuları prova yapacakken buranın amacı dışında kullanılmaması gerek diye düşünüyorum. Yani TV programı çekimleri veya reklâm kumpanyaları gibi… Ya da bir sahne daha istiyoruz böyle. Ne de çok şey istiyoruz(!)…
Mevlüt Kırnapçı “Meşe’de İnecek Var”
Çaycumalı eğitimci yazar Mevlüt Kırnapçı ‘Meşe’de İnecek Var’ adlı otobiyografik-roman kitabını yayımladı. Söyleşisindeydim. Mevlüt Hoca canla başla haksızlıklara karşı çıkan kültür elçilerimizden biri. Ağaçlar kesildi mi ağaçların hakkını arayan, eğitim de bir gerileme değerlendirdi mi çocuklarımızın geleceği için ses çıkartan, makale, şiir, roman yazılarının yanı sıra tiyatroya da yıllarını vermiş, oluşturmuş, yönetmiş, ses vermeye çalışmış biri. Kendisi ile Zonguldak Kent Konseyinin düzenlediği ilk Edebiyat Günleri’nde çalışma olanağı bulduğum, öğrencilerle kısa zamanda düzenlediğimiz Edebiyat Atölyesi’nde yürekten bir bağ kurduğunu izlediğimiz bir eğitimci.
15 yıl gibi uzun bir zamana yayılan ve 30 ayrı kişiyle yapılan araştırmalarında gerçeklik alt yapısını kuvvetlendirdiği ‘Meşe’de İnecek Var’ eserinde Almanya göçü, Zonguldak içi ve dışı göçler üzerinden önemli bir çalışmaya imza atmış. Kırnapçı’nın “son kitabım olabilir” açıklamasını facebooktan yayınladığım “canlı desen haber yayımı” adını verdiğim, o an desenlerle oluşturduğum izlenim performansında da dile getirmiştim. Mevlüt Hoca ile sonraki bir görüşmemizde çalışmalarına devam edeceğini belirtti. Hatta yeni bazı çalışmaların yakın olduğunu. Böyle netameli günlerde kültür ve sanat çabasının oluşturulması oldukça zor olsa bile meydanın boş bırakılmaması gerektiği gerçeği ile yüz yüzeyiz. Sanatçılar zor insanlar, inişli çıkışlı zamanları var. İçlerinde biriktirdikleri sıkıntıları bir şekilde bazen haykırıyorlar.
Bu arada bir şekilde kendi yöremizin kültürel yapıtlarını yeni kuşaklara aktaracak çalışmaların eksikliğinden dem vurayım. Yaş ortalaması gittikçe artan bir kuşağın eserlerini daha anlaşılır ve tartışılır bir şekilde günümüze aktaracak ‘Edebiyat Atölyeleri’ gibi organizasyonların düzenlenmesi ve uygulanması hiç de zor değil ancak buna ön ayak olacak bir kurum gerekli.
İran resim ve edebiyatı esintileri
Böyle bir başlık attım ama aslında sergi Turgut Uyar’ın “Geyikli Gece” şiiriyle başlıyor ve birçok güzel geyik imgesinin arkasında Firdevsi’den, Hafız’dan, Mevlana’dan da ruh halleri var. Devrek’te yaşayan İran asıllı Efsane Zahara Nikdel Barzi 1965 yılında Fooman/ İran’da doğdu. Tahran Alzahra Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Resim Bölümünü bitirdi. Türkiye’de Kayseri, Ankara, Adana ve Zonguldak’ta kişisel sergilerini açtı. 19 Şubat’a kadar Zonguldak Güzel Sanatlar Galerisi’nde yağlı-akrilik boya çalışmalarını sergiliyor sanatçı.
Sergi bütününde doğuda kadın olgusuna masalsı bir dil ile bakıyor. Renk renk çeşitlendirdiği geyik imgesi ince kaligrafik detaylarla görsel bir müzik oluşturuyor. Görsellik, kaligrafik etkiler, dokular ön plana çıkıyor.
Sergi yerinin kısıtlılığından tabloların tadı birbirine taşıyor ve bu Zonguldak’ta yaşanan başka bir sanat mekânı sıkıntısı örneği. Mekânlar bizim politikacıların sanata bakışı kadar güdük olunca yıllardır süregeldiği gibi gerçek anlamda değerlendirilemeyen üretimlerin yığılıştırılması söz konusu.
Bu kaligrafik görsel dansın içinde benim favorim “Kaçış” isimli tablo. Bu tablo ülkemizdeki kadına yönelik şiddetin de tırmandığı günümüzde, evlerden okçuların çıkıp beyaz bir ceylanı avlamaya çalışmasını anlatıyor.